23 Eylül 2009 Çarşamba

Asildur

Samanlıktan orağı kaptığı gibi can dostunun ardından seğirtti, kara şatonun bulunduğu tepeye doğru soluksuz koşan arkadaşına yetişmek için nefes nefese kalması gerekecekti. Yolun uzun ve yorucu oluşunu, Tiğin’in tek umuduydu, elbet Asildur yorulacaktı ve oda dostunu ikna etmek için son bir şans elde edebilecekti. Ama Asildur’un damarlarında dolaşan adrenalin hiç de azalacak gibi durmuyordu! Üç saattir aralıksız koşuyorlardı iki dost,küçükken her koşuda yendiği Asildur’a yetişemiyordu bu kez Tiğin. En sonunda haykırdı arkasından “Yeter artık dur biraz lanetolası!” ama faydası olmadı, Tiğin bu kez daha can alıcı bir hamle yaptı şatonun kara duvarları önlerinde belirmeye başlayınca “Yorgun mu çıkacaksın o şerefsizlerin karşısına dur sana be”. Tepeye doğru seyrekleşen ormanın, son ağaçlarından birinin dibine çöktü Asildur. Dizlerinin bağı çözülen Tiğin ayakta zor duruyordu. Arkaşdaşının gözünde gördüğü nefret ateşi onu kendine getirdi. “Senin derdin ne be kahrolası” diye çıkıştı dostuna, bildiği cevapları tekrar duymayacağını bilerek. Elindeki palayı sıkıca kavramış olan Asildur hiç bir şey söylemedi.

Birkaç gün önce ziyaretine gelmişti dostu, bu diyarlardan kaçmayı teklif etmiş, “Bırak esen yel savursun bizi, yüreğimizin götürdüğü yere gidelim” demişti. Tiğin olmadan can dostu olmadan gitmek istememişti bu kara topraklardan. Öylece dinlemiş hiçbir şey diyememişti Tiğin, bir köleden farklarının olmadığını, zalim derebeyinin buyruğunda köpekler gibi çalışmaktan bıktığını, bu hayattan kaçıp kurtulmayı defalarca düşünen Tiğin o gün ahraz olmuştu sanki.

Asildur’un bunu istemesinin iki nedeni vardı; ilki kendi çiftliğinde köpek gibi çalışıp, ürettikleri mahsülün yüzde seksenine, vergi adı altında o şerefsizler tarafından el konulması. İkincisi ise sapık derebeyinin civardaki tüm kadın ve kızları, evli dahi olsalar, istediği zaman haremine alıp kullanmasıydı. Bu durumu onuruna yediremeyip intihar eden erkekler vardı. Fazla şansları yoktu erkeklerin, ya sevgililerini,çocuklarını bırakıp özgür güney ülkelerine kaçmak, ya saldırıp birini bile öldüremeden süvarilere eğlence kaynağı olarak ölmek, ya da çoğu gibi açlığa, tecavüzlere, köleliğe razı olarak yaşamaktı. Defalarca ayaklanmışlardı bu duruma ama yılın büyük bölümünü aç geçiren silahsız bir köylü,etle beslenen bir süvariye karşı ne yapabilirdi? İş bu kadar da değildi, derebeyinin askerleri de halka her türlü kötülüğü,zorbalığı yapıyordu. Civarda yaşayan 20 bin köylüye karşı, 15 bin askeri vardı derebeyinin ve bunların 3 bini süvariydi. Halkın silah bulundurması yasaktı. Bütün hayvanlar derebeyinindi, her köylüye belli miktar hayvan verilir ve yetiştirilmesi sağlanırdı ama kesinlikle hayvanları kesmeleri, etinden yiyemeleri yasaktı. Bu 3 bin süvari hergün köyleri dolaşıp asayişi sağlardı,sayım yaparlardı. Kaçmaya çalışanlar süvarilerce acımasızca öldürülür, kesilen başları köy meydanında çürüyene kadar kazıklarda asılı kalırdı. Kaçmak imkansıza yakındı, tek umut bir gecelik zaman diliminde,sabah sayıma gelen devriye süvariler birinin kaçtığını anlayıp peşine düştüğünde, onların yetişemeyeceği kadar arayı açmaktı. Zaten genelde de komşu derebeylerine gönderilen haber güvercinleri sayesinde, onların süvarileri tarafından yakalanır ve kesilen başı yine köy meydanında ki yerini alırdı.

Tiğin, Asildur’u sakinleştirmek, göz göre göre intihar etmesini engellemek için ne söyleyeceğini düşünüyordu. Çocukluğundan beri tanıdığı Asildur’un asla sakinleşmeyeceğini de biliyordu. Derebeyinin itleri onun nişanlısı Elzara’yı sarayda ki hareme götürmüşlerdi bu sabah. Asildur bunun er yada geç olacağını biliyordu. Buna dayanamayacağını bildiği için dün Tiğin’e kaçmak için yalvarmıştı. Tiğin’in konuşmakta zorlandığını gören Asildur “Şahmerdan’ı da aldılar” dedi. Tiğin duyduklarına inanamıştı, Asildur’un kardeşine aşıktı ama o daha çocuk sayılırdı. Henüz 14 yaşındaydı, onun yaşındakileri almazlardı ki. Tiğin’in bocaladığını gören, Asildur anlattı “Elzara’yı götürdüklerini duyunca koştum engel olmak için,ama elimden hiçbir şey gelmedi ” yuktundu. Sol gözünün altında ki kocaman çürük bunu yaptığının nişanıydı. “Eve döndüğümde Şahmerdan’ı da aldıklarını duyunca kan beynime sıçradı. Anama bağırdım neden itiraz etmedin o da çocuk demedin mi diye. Anama derebeyinin piçine oyuncak olarak götürdüklerini söylemişler” diye devam etti Asildur. Tiğin’in son duyduğu sözler adeta kalbinin patlamasına neden oldu . Yerdeki orağı kaptığı gibi koşmaya başladı surlara doğru. Asildur durdurmadı onu, intihara koştuklarını biliyorlardı, önlerindeki 10 metrelik kalın surların ardında 3 bini süvari 15 bin asker vardı. Onları geçseler karşılarına ikinci bir sur çıkacak ve onun kapalı kapıları ardında yüzlerce, özel eğitimli koruma onları bekliyor olacaktı.

Dış sur kapısına yaklaşınca yavaşladılar, gecenin karanlığından yararlanıp kapıda ki iki nöbetçiyi rahatça hakladılar ama surdaki gözcüye görünmekten kurtulamadılar. Sürgüsüz kapıdan içeri daldılar, çok geçmeden alarm çanları çalmaya başladı. Surların içinde 50 metre gidemeden askerler karşılamaya başladı onları. Askerlerin çoğu alarmın iki zavallı köylü yüzünden verildiğini anlayınca duraksayıp, arkadaşlarının onlarla nasıl eğleneceğini izlemek için beklediler. Ama iki dost önüne gelen herkesi devirmeye başlayınca süvarilerin gelmesini beklemeden saldırdılar onlarda. İkisinin gözü de o kadar dönmüştü ki, süvariler gelene kadar otuzar asker indirmişlerdi yere, artık onlara saldırmaktan çekinir olmuşlardı askerler. Ama süvariler gelince iş değişti. Tiğin üç süvarinin arasında kalmış, etraftaki askerlerin kahkaları altında, gelen kılıç darbelerinden kaçmaya çalışıyordu. Oynuyorlardı onunla, bu duruma sinirlenen Asildur bir süvarinin kolunu koparmayı başardı. Bunun üzerine süvariler de ciddileşip saldırınca, Tiğin önce elindeki orağını düşürdü sonra ardarda kılıç darbeleri almaya başladı. En yakın arkadışının, can dostunun öldüğünü gören Asildur gözlerini yumup, derebeyinin adını öyle bir bağırmaya başladı ki; ertafında bir toz çemberi oluştu önce, o toz bulutu yavaş yavaş büyüdü ve Asildur’u gözden kaybetti. Asildur birden bire kendini derebeyinin önünde bulunca ne olduğunu anlayamadı ama tüm öfkesiyle o soysuz köpeğin ümüğünü sıkmaya başladı. Derebeyide ne olduğunu anlayamamıştı, yardım isteyecek sesi bile çıkaramadı. Derebeyinin yaşam ışığı ellerinin içinde sönerken, o toz bulutu tekrar oluşmaya başladı. Asildur ne olduğunu anlayamadan bu kez kendisini karanlık bir mağrada buldu. Kocaman bir ejderhanın önünde duruyordu. Asildur önünde duran şeyin ne olduğu anlayınca kendini arkaya doğru attı. Ejderha gözleriyle onu izliyordu. Kaçmaya çalıştı Asildur. Ama duyduğu bir ses onu hareketsiz bıraktı. “Sen konuşabiliyor musun?” diye adeta haykırdı Asildur. Ejderha yine telapatik bir sesle sakin olmasını söyledi. Asildur “O şerefsiz öldü mü acaba?” diye düşünürken, ejderha “Evet o da öldü, maalesef Tiğin’de”. Asildur bir kez daha şok oldu, onun düşüncelerini bile okuyabiliyordu. Şimdi kafası karma karışık olmuştu, hiçbir şey düşünemiyordu.. Ejderha “Sorularının cevabını alacaksın merak etme. Evet seni savaş meydanından ben kurtardım ve onu öldürmen için yanına ben yolladım. Ve yine tam sırtına bir ok gireceksen seni buraya getirdim. Şimdi bunları düşünme, şuan arka mağaranın ucundan bir tavşan girdi, git ve onu yakala, karnını doyur sonra gel buraya” …

23.09.2009
H.Ali Söyler

Devam edecek...

3 Eylül 2009 Perşembe

Bir Baba, Bir Anne ve Bir Çocuk

Erkekler ağlamaz derler, derlerde inanmayın siz. Evet belki sıcak katreler süzülmüyor yanaklarımdan ama inanın içimde kocaman bir okyanus var şuan. İki tane kocaman akarsu besliyor hala, hem de yaz kış. Şahidim, kurumadı en şiddetli sıcaklarda bile. Daha sekiz dokuz yaşlarındayken oluşan, bu debisi yüksek iki akarsu, beraberinde taşıdığı alüvyonlarla çok derin bir kanyonlar oluşturdu haliyle. Yapay metotlarla denedim doldurmayı, denemedim değil ama sonra doğanın gücünü idrak edip kendi haline bıraktım işte.

Anlayacağınız daha oyunlar oynayamadan, düşüp dizlerimi kanatmadan, anlamsız sokak kavgalarında küçük yumruklar yemeden çok çok önce öğrendim gözyaşlarının tuzlu olduğunu. Akranlarım dışarda neşeli çığlıklar atarken, ben anneme sarılıp daha niye ağladığını anlayamadan, onu teselli ederken buldum kendimi. Bende ağlardım bazen onunla, sonra bir gün, erkekler ağlamaz dendi bana, öyle ya, annem, o güzel insan bana emanetti, güçlü olmalıydım! Erkektim sonuçta ve en büyük çocuktum. Sorumsuz bir erkeğin açtığı yaraları ancak başka bir erkek düzeltebilirdi değil mi?

Daha aşık olamadan, sevginin ne olduğunu bilemeden, aldatıldım bende annemle. O yaşlarda soğudum ilişkilerden. O yaşlarda korktum evlenmekten. Annem hergün üzülürken, hergün onuru incinirken gülemezdim, çıkıp oyunlar oynayamazdım, çocuk olamazdım ki. Sonra o akşamlar var, sessiz yenen yemekler, konuşulmayan bir aile de çocuk olmak ne zordur bilir misiniz? Sevgi kelimesinin aile lugatında olmadığı, herkesin kendi halinde olduğu ama her fırsatta seni bir yetişkin gibi köşeye çekip, senin baban böyle,senin annen şöyle diye anlamsız nutuklar yediniz mi hiç? Sevdiğiniz iki insanın hergün birbirini nasıl kırdığına şahit olup sustunuz mu hiç? Evet ben bu yüzden sessizim işte, bana niye konuşmuyorsun diye sorarlardı eskiden. Ben konuşturulmadım ki, bir çocuk gibi sorular sorup, hayal gücümle kucaklaşamadım ki hiç. Hala izleri var üzerimde.

Büyüdüm işte böyle, lise bittiğinde evde durum aynıydı, babam eve dönmüş ama üvey kardeş bahanesiyle ilişkisine devam ediyordu. Bu şekilde geçen on yıl boyunca doğru işler yapmadı da değil annem. Bir ara ayrıldı babamdan mesela, ne sevinmiştim, korkumuyor değildim yeni bir babadan ama annem mutlu olacaksa ona bile razıydım. Ayrılırken kocaman bir hata yaptı annem, çocukları yem olarak kullandı. Kardeşlerimi yanına alırken beni babama verdi. Evet koca bir yıl üvey annemle yaşadım. O bir yıl boyunca babamdan nefret ettim. Annemi aldattığı, hemde çocuğuna hamileyken aldattığı o kadın, üçüncü sınıf bir afişteden başka bir şey değildi. Zaten babam iflas ettiğinde ilk kaçanda o oldu. O zaman algıladım işte, kadınların çoğu sadece paraya, erkeklerin çoğuda sadece yatak zevkine yenik. Annemle babam ayrıyken bok var gibi kolumu kırdım. Uzun zamandır ayrı olan çift hastanede buluştu mecburiyetten. Narkozlu kafayla amaliyathaneden çıktığımda sordu babam, ilgilenirmiş gibi yaparak! “Olum var mı bir isteğin? Söyle hemen alayım”. İşte orada hayatımın en büyük hatalarından birini yaptım, çocuk aklıyla “Birleşin baba” dedim. Birleştilerde. İstanbula taşındık yeni bir başlangıç için. Ama iradesiz babam huyundan vazgeçemedi. Yine aldattı. Hep haklıydı babam(!) öyle bir anlatırdı ki annem dünyanın en kötü kadınıydı sanki. Yerinde ben olsam, bende aldatırmışım, öyle derdi hep. Nefret ettim ilişkilerden babam yüzünden, birde utanmadan takılırdı, baban bu kadar çapkın sen niye böylesin(!), niye hiç ona çekmemişim.

İmdadıma üniversite yetişti sonra, güzel bir puan almıştım, İstanbul’da ve etraftaki yakın illerde çoğu yere girebiliyordum. İşte o an hayatımın en doğru kararlarından birini alarak, sırf onlardan uzak olabilmek için Kayseri’yi yazdım. Kayıt olmaya bile tek başıma gittim. İnanın bana, mübalağa etmiyorum, 18 yaşında ilk defa yaşadığımı hissettim ben. Çok güzel bir üniversite hayatım oldu. Kendimi keşfettim, neyi sevip neyi sevmediğimi buldum. Tam bir balık burcu olduğumu, sanata olan düşkünlüğümü farkettim. İlk defa bir kızla ilişkim oldu, elime yüzüme bulaştırdım acemilikten ama olsun oldu işte. Kim olduğumu keşfettim ama çok geç oldu haliyle, 22 yaşında başlayabildim ancak müziğe, yazmaya, para kazanmaya başladıktan sonra alabildim ilk fotoğraf makinemi. Belki normal bir ailede büyümüş olsam bu yeteneklerim desteklenmiş olsaydı, şuan çokda severek yapmadığım bu işte çalışıyor olmazdım. Mutlu olacağım bir hayatım olurdu belki de. Hayallerimi, yalnızca yakıp ısınmak için kullanmazdım eminim.
Yaşadıklarımdan çıkardığım sonuç ise ilişkilerime yansıyor haliyle, ebeveynlerin bir çocuğun hayatında ki rolü ve sorumluğu öylesine korkuttu ki beni, iki ilişkimi sırf evlenme lafı geçti diye anında bitirdim. Bırakında ben karar vereyim ona, erkekler zaten korkar evlilikten ben ise çok korkuyorum.

Babama dönersek tekrar, hiç değişmedi adam. Hala çapkınlık peşinde, birde kişilik bozukluğu var maalesef. Hiçbir zaman suçlu değil, o hep melek, öyle kalacak, suçlu hep biziz. Ortaokuldan beri, hep içimde bir yerlerde saklı kalan bir türlü beceremediğim bir kaçıp gitme, herşeyi terketme dürtüsü var. Ciddi ciddi yurt dışına kaçmak yalnız olmak istiyordum, hala da istiyorum. Ama hiç bırakıp gidemedim annemi. Neyse babama odaklanırsak, annemle evlenmesinin tek nedini para olduğu kendisi de itiraf etmişti zaten, ben işe başladıktan sonra bana ve kardeşime de aynı gözle bakınca, annemin acısını bir kez daha derinden hissettim. Ve benim yapamadığımı babam yaptı. Üniversiteden aldığım kredilerin geri ödemesi başlayınca, babama para veremediğim ilk ay anneme, “Para vermeyecekse siktirsin gitsin” demiş. İlk defa babamın söylediği birşeyden mutlu oldum diyebilirim. Tamda son doğum günüm arefesine denk geldi. Bende Beyoğlun’da istiklal üzerinde bir stüdyo daireye tutarak kendime ilk defa bir doğum günü hediyesi aldım. 26 yaşındaydım ve ilk defa yalnızdım. Mutluydum. Artık hayallerimle, düşüncelerimle sıkı sıkı kucaklaşabilecektim. Beynimde beni kemiren kitabıma başlayabilecektim artık. Ama işler istediğim gibi gitmedi pek, benim evden ayrılmamla babam önce kardeşimle kavga etti, sonra annem üzerinde ki haksız baskısını artırdı, aklım yine evde kaldı. Birde iş yerimde ki arkadaşımın askere gitmesiyle iki kişilik işi tek başına yapmanın stresi binince omuzlarıma, 6 aylık yalnızlık maceram pek huzurlu geçmedi. Ama mutluydum,yalnızdım..

Bugün ilk yalnızlık denememin son günü :( , eve dönüyorum yarın. Babam diğer afiştenin yanındaki 3 aylık tatilinden döndükten sonra, annemi dövmeye çalışarak son damlayı taşırdı. Annem en sonunda boşanma dilekçesini verdi mahkemeye. 50 yaşında 30 yıllık mutsuz bir evliliği en sonunda bitirmeye karar verdi. Çok geçte olsa onun adına mutluyum. Bende yeniden annemin yanında olmak için, birazcık mutlu olsun diye, yine kendi mutluğumdan feragat ederek eve dönüyorum. Hayırlısıyla boşandıracam ikisini.. Sonra belki tekrar düşerim hayallerimin peşine. Çok beklediler biliyorum, ama elimden bir şey gelmiyor şuan. Birazcık daha sıksınlar dişlerini, ölmezsem kavuşacam onlara bir gün.

H.Ali Söyler
03.09.2009
Beyoğlu/İstanbul