Çiğerlerimden gelen ziftle asfalt döküyor kalbim damarlarıma, çift gidiş çift geliş hem de! Gidemedim ya hiç ben uzaklarıma, iç yolculuklarımın alt yapısı sağlamdır o yüzden. Çok sigara içmeye başladım bu günlerde, baksanıza, ne yazacağıma başlarken bile aklıma ilk gelen şey oluyor. Gene her zamanki zırvalıklarımı yazacağım, en büyük derdim bu zaten. Mutlu değilim. Mutlu olmak! Yaşamdan zevk almak! Sanırım çoğumuzun derdi bu. Hep bir çıkış yolu arıyor insan, ne kadar eli kolu bağlı olsa da, en azından kendi içine dalıp, o karanlığı aydınlatacak bir yol, bir ışık bulmak istiyor, kimseden bir hayır gelmeyecek çünkü. Ben bulamadım hala. Bazen her şeyi, herkesi bırak çek git diyorum kendime sonra saçmalama lan otur oturduğun yerde, ne yapacaksan burada da yaparsın diyorum. Olduğum noktadan memnun değilim, olan da çok az. Burada olmamalıydım farklı olmalıydı hayatım diyorum. Ama sadece diyorum işte bir icraat yok, “bilinçaltı bir kabullenmişlikle” – “bilinçli bir böyle olmamalıydı” savaşı hüküm sürüyor.
Allah’tan yalnız değilim, sadece ben değil kime baksam, yitik yenilmiş savaşçılar görüyorum etrafımda. Herkes haksızlığa uğramış, kimse hakettiğini yerde değil. Soruyorum onlara, istisnasız hepsi birer rock yıldızı, büyük bir oyuncu, holdinglerde ceo,yönetici falan olmuş, kimi başbakan cumhurbaşkanı, kimi yazar şair olmuş kitapları yok satan,kimi fotoğrafçı görülemeyenleri gün ışığana çıkaran. Hakkı yenmiş herkesin. Başaramayan herkes gibi bahaneler sıralıyorlar sorunca, param yoktu dershaneye gidemedim, durumumuz kötüydü hayallerimden vazgeçip çalışmak zorundaydım, sınava girdiğimde hastaydım, ailem geri kafalıydı yeteneklerimi destekleyecekleri yerde engel oldular hep,patron hep hakkımı yedi, güzel olmadığım için yükselemedim, çalışanlar değil birilerinin altına yatanlar yükseldi hep, namuslu olmak suç değil mi zaten bu ülkede, torpilin yoksa bir hiçsin bu ülkede, benim dayılarım yok ki yükseleyim, yakala değilim ki ben patronun önünde eğileyim.. Vs vs binlerce bahane daha…
Gelin biraz inceleyelim bu durumu;
Doğuş, şartlar, dünya düzeni;
Herkes şanslı doğmuyor diye bir söz var. Bu dünya düzeninde maalesef çok doğru. İnsanlar ne kadar biyolojik ve fizyolojik olarak eşit doğsa da, dünyaya geldikleri yer, millet, ırk, ve aile olarak eşit değiller. Bu sosyolojinin yıllardır incelediği bir konu. Ben sadece doğduğunuz ortamın sizin hayatınızı ne kadar etkilediğini alacağım içerisinden. Örnek olarak Somali’de açlık içinde doğmuş biri olduğunuzu hayal edin, Hitler Almanya’sında bir Yahudi, ya da Gazze’de bir Filistinli şimdi,ya da İran’da sanatçı ruhlu biri olarak doğduğunuzu, veya bir eskimo kutuplarda, veya daha zengin bir ailede var olduğunuzu…
Bir şekilde bir yerlerde doğduk diyelim, bizi etkileyen ilk faktör ailemiz. Anne baba veya yanında büyüdüğümüz insanlar ve onların gelir seviyesi, aileye çok fazla sorumluluk düşse de, onlar da bizim gibi doğmuş oldukları yere bağımlılar. Ve genelde onlar da içinde bulundukları şartları kabullenip öyle yaşamış insanlar oluyorlar. O yüzden ailelere çok kızmamakla beraber en büyük suçlu olarak görüyorum. Her birey özellikle ebeveynler, çocuklarının sorumluluklarını almalı ve onlara şu anki dünya düzenini anlatıp, mutlu olmaları için ne yapmaları gerektiğini söylemeliler. Söyleyenler var aslında ama söylemekten çok hazırlamaları lazım. Buna da bir örnek verecek olursak mesela bir aile, yavrum oku güzel bir meslek sahibi ol der genelde, ama okulu bitirince ne olacağını söylemez. Şunu diyebilmeli bir aile; bak yavrum okuyup mezun olacaksın sonra, kapitalist dünyanın yarattığı ve çoğu senin gibi okumamış 5-10 patronun yanında köle gibi çalışacaksın, onları zengin edeceksin, aldığın iyi kötü maaşla insani bir yaşamdan uzak, çoluk çocuk derdinde olacaksın. Buna göre oku. Okumazsan daha kötü, asgari ücret gibi komik bir maaşla,saçma sapan vasıfsız işlerde karnını doyurma derdinde olacaksın. Evet ailenin işi çok zor ama o çocuğu bu dünya düzenine hazırlaması lazım, hele hayalperest veya yetenekli bir evlatları varsa bunu sonuna kadar desteklemeleri lazım. Bunlar normal bir aile için geçerli şeyler, herkes şanslı doğmuyor dedik. Benim gibi, sorumsuz sadece kendi zevkini düşünen bencil bir babanın evladı olanlar, veya asgari ücretle çalışıp tek derdi çocuklarının karnını doyurmak olan zavallı ebeveynlerden nasıl bir destek gelebilir sorusu çıkıyor ortaya haliyle. Orası da şans işte, herkes şanslı doğmuyor diyip geçiyoruz.
Büyüme, Kabulleniş ;
Çocuklar büyüyor, mezun oluyorlar ya da bir şekilde hayata atılıyorlar. Karşılarına bir seçici çıkıyor ve diyor ki; biz her köleyi işe almayız, çok bileceksin, kendini alim gibi geliştireceksin, birkaç dil bileceksin, çok çalışacaksın, az para isteyeceksin, gerekirse sana devletin verdiği imkanlardan bile vazgeçeceksin, ha kabul etmiyorsan yürü git köle mi yok diyorlar. Önce anlamasak da köle olmak için birbirimizle yarışır oluyoruz.
İyi kötü bir işe giriyoruz ve bir kabulleniş başlıyor. Ben üçe ayırdım bu kabullenişleri. Kimileri benim gibi mevcut dünya düzenini idrak edip, bu saçma düzeneğe bir dişli de kendi olduğu, hayallerini ertelediği için üzülüp kahrolanlar, kimileride farkında olup, kendini aciz hissederek kabullenip düzene ayak uyduranlar. Kapitalist dünyanın piyonu oluvermek koymuyor onlara kabullenince, 5-10 kişi zengin olup geri kalanlar köle olmayacak mı siktir et olsun, bu dünyanın düzeni bu değil mi şimdi, amaan olsun be belki bir gün biz de zengi oluruz, loto-piyango bişi çıkar, hepsini geçtim bir terfi alırım hayatım kurtulur. Bizim kaderimiz de bu işte, kölelerdeniz boşver, ne hayal kuracakmışım be, maaşımı alıyorum, sigortam yatıyor çocuklarım aç değil daha ne ister insan diyip kabullenenler. Tüketici toplumun demirbaşları aynı zamanda bunlar, AVM’lerden çıkmayan, reklamlarda gördükleri şeyleri almak için çırpınan, aldıklarınıda geri bu kapitalistlere kaptıranlar. Üçüncü grubta, hiç bu kadar düşünmeyip bir işe girdim ya gerisini boşver diyen zihniyet, en kalabalık bunlar. Kimileri dinle, tarikatla kandırılıp düşünme yetilerini kaybedenler, özellikle ülkemizde çok fazla; işe girdin ya şükret Allahtan belanımı istiyorsun, Allah’ın taktiri bu, onlar zengin sen fakir öbür dünyada herkes eşit olacak, hakkın mı yenmiş siktir et ne olacak, Allah görüyor herşeyi. (Buna bir örnek vereyim; Annem X tarikatının bir kolejinde çalışıyor, ayrılırken kıdem tazminatı almaması için,işe girerken istifa dilekçesini imzalatıyorlar(sebeb:parayı Allah rızası için kullanacaklarmış), yaz geldi mi iş yok diye ücretsiz izine çıkarıyorlar, 5 yıldır asgari ücretle çalışıyor zam yok). Bu son grupta bir de sefaletle boğuşup, köle olmayı bile idrak edememiş, aldıkları iki kuruşa çok önem verenler var, bu düzeni kendi değiştiremeyeceğini bilen, köle olmayı umursamayan, pasif, büyük bir topluluk.
Ne dedim ki ben;
Hoş geldin ey ironi, geç otur şöyle. Gene bir güzel saçmaladım dostlar, dediğim gibi benim gibi ilk grupta olanlar vardır aranızda. İşi gücü bırakıp, hayallerinin peşinden koşmak isteyenler. Belki daha idealist olup bu dünya düzenini değiştirmek isteyenler de var. Korkuyormuyuz biz? Asıl soru korkak mıyım ben? Şuan tek istediğim işi bırakıp evde oturup kitap yazmak ve müzikle uğraşmak! Yapabiliyor muyum? HAYIR. Ödemem gereken faturalar var, doyurmam gereken aç bir mide, sorumluluklarım var sonra. En yakın çare ikinci gruba dahil olmak galiba, birkaç dil öğrenip işimde yükselsem mi acaba, belki master falan da yapmalıyım? İyi bir maaş elde edene kadar, gerekirse patronun önünde eğilmem, yalakalık yapmam mı lazım? Sonrası ne olacak güzel bir kız bulup evlenmek mi? Belki çoluk çocuk olursa, daha fazla sorumluluk olursa bu saçma hayallerden vazgeçer miyim? O zaman mutlu olur muyum? Kafam çok karışık dostlar. 3 yıldır çalışıyorum bir kuruşum yok kenarda, tüketici de olmadım hiç, fazla giysim abuk subuk gereksiz eşyalarımda yok. Ama hem çalışıp hem hayallerimi kovalayacak zamanım olmuyor hiç. Çalıştıkça daha fazla iş biniyor omuzlarıma. O zaman işi değiştir diyeceksiniz? Komik değil mi hergün traş olmamak, takım elbise giymemek için bir çok iş fırsatını teptim, hiç pişman değilim ama belki de yanlış yapıyorum kim bilir. Gerçi kime sorsam çalıştıkça, semerindeki yük artıyormuş her yerde. Vurdumduymaz da olamıyorum verilen işi bitirmek zorunda hissediyorum kendimi. Evet kafam bayağı karışık, bir çare bulmam lazım. Psikologa falan mı gitsem, beni bu düzene adapte edebilmeleri için? Ya da kaçıp gidip, daha insani şartların olduğu bir ülkede hayata sıfırdan mı başlasam? Gitmek de saçma geliyor şimdilerde.
Ne yapmalıyım a dostlar? Artık yol ayrımına yaklaşıyorum ben? Ya hayallerimin yolundan gideceğim yada bu düzene ayak uyduracağım? Siz ne önerirsiniz?
Allah’tan yalnız değilim, sadece ben değil kime baksam, yitik yenilmiş savaşçılar görüyorum etrafımda. Herkes haksızlığa uğramış, kimse hakettiğini yerde değil. Soruyorum onlara, istisnasız hepsi birer rock yıldızı, büyük bir oyuncu, holdinglerde ceo,yönetici falan olmuş, kimi başbakan cumhurbaşkanı, kimi yazar şair olmuş kitapları yok satan,kimi fotoğrafçı görülemeyenleri gün ışığana çıkaran. Hakkı yenmiş herkesin. Başaramayan herkes gibi bahaneler sıralıyorlar sorunca, param yoktu dershaneye gidemedim, durumumuz kötüydü hayallerimden vazgeçip çalışmak zorundaydım, sınava girdiğimde hastaydım, ailem geri kafalıydı yeteneklerimi destekleyecekleri yerde engel oldular hep,patron hep hakkımı yedi, güzel olmadığım için yükselemedim, çalışanlar değil birilerinin altına yatanlar yükseldi hep, namuslu olmak suç değil mi zaten bu ülkede, torpilin yoksa bir hiçsin bu ülkede, benim dayılarım yok ki yükseleyim, yakala değilim ki ben patronun önünde eğileyim.. Vs vs binlerce bahane daha…
Gelin biraz inceleyelim bu durumu;
Doğuş, şartlar, dünya düzeni;
Herkes şanslı doğmuyor diye bir söz var. Bu dünya düzeninde maalesef çok doğru. İnsanlar ne kadar biyolojik ve fizyolojik olarak eşit doğsa da, dünyaya geldikleri yer, millet, ırk, ve aile olarak eşit değiller. Bu sosyolojinin yıllardır incelediği bir konu. Ben sadece doğduğunuz ortamın sizin hayatınızı ne kadar etkilediğini alacağım içerisinden. Örnek olarak Somali’de açlık içinde doğmuş biri olduğunuzu hayal edin, Hitler Almanya’sında bir Yahudi, ya da Gazze’de bir Filistinli şimdi,ya da İran’da sanatçı ruhlu biri olarak doğduğunuzu, veya bir eskimo kutuplarda, veya daha zengin bir ailede var olduğunuzu…
Bir şekilde bir yerlerde doğduk diyelim, bizi etkileyen ilk faktör ailemiz. Anne baba veya yanında büyüdüğümüz insanlar ve onların gelir seviyesi, aileye çok fazla sorumluluk düşse de, onlar da bizim gibi doğmuş oldukları yere bağımlılar. Ve genelde onlar da içinde bulundukları şartları kabullenip öyle yaşamış insanlar oluyorlar. O yüzden ailelere çok kızmamakla beraber en büyük suçlu olarak görüyorum. Her birey özellikle ebeveynler, çocuklarının sorumluluklarını almalı ve onlara şu anki dünya düzenini anlatıp, mutlu olmaları için ne yapmaları gerektiğini söylemeliler. Söyleyenler var aslında ama söylemekten çok hazırlamaları lazım. Buna da bir örnek verecek olursak mesela bir aile, yavrum oku güzel bir meslek sahibi ol der genelde, ama okulu bitirince ne olacağını söylemez. Şunu diyebilmeli bir aile; bak yavrum okuyup mezun olacaksın sonra, kapitalist dünyanın yarattığı ve çoğu senin gibi okumamış 5-10 patronun yanında köle gibi çalışacaksın, onları zengin edeceksin, aldığın iyi kötü maaşla insani bir yaşamdan uzak, çoluk çocuk derdinde olacaksın. Buna göre oku. Okumazsan daha kötü, asgari ücret gibi komik bir maaşla,saçma sapan vasıfsız işlerde karnını doyurma derdinde olacaksın. Evet ailenin işi çok zor ama o çocuğu bu dünya düzenine hazırlaması lazım, hele hayalperest veya yetenekli bir evlatları varsa bunu sonuna kadar desteklemeleri lazım. Bunlar normal bir aile için geçerli şeyler, herkes şanslı doğmuyor dedik. Benim gibi, sorumsuz sadece kendi zevkini düşünen bencil bir babanın evladı olanlar, veya asgari ücretle çalışıp tek derdi çocuklarının karnını doyurmak olan zavallı ebeveynlerden nasıl bir destek gelebilir sorusu çıkıyor ortaya haliyle. Orası da şans işte, herkes şanslı doğmuyor diyip geçiyoruz.
Büyüme, Kabulleniş ;
Çocuklar büyüyor, mezun oluyorlar ya da bir şekilde hayata atılıyorlar. Karşılarına bir seçici çıkıyor ve diyor ki; biz her köleyi işe almayız, çok bileceksin, kendini alim gibi geliştireceksin, birkaç dil bileceksin, çok çalışacaksın, az para isteyeceksin, gerekirse sana devletin verdiği imkanlardan bile vazgeçeceksin, ha kabul etmiyorsan yürü git köle mi yok diyorlar. Önce anlamasak da köle olmak için birbirimizle yarışır oluyoruz.
İyi kötü bir işe giriyoruz ve bir kabulleniş başlıyor. Ben üçe ayırdım bu kabullenişleri. Kimileri benim gibi mevcut dünya düzenini idrak edip, bu saçma düzeneğe bir dişli de kendi olduğu, hayallerini ertelediği için üzülüp kahrolanlar, kimileride farkında olup, kendini aciz hissederek kabullenip düzene ayak uyduranlar. Kapitalist dünyanın piyonu oluvermek koymuyor onlara kabullenince, 5-10 kişi zengin olup geri kalanlar köle olmayacak mı siktir et olsun, bu dünyanın düzeni bu değil mi şimdi, amaan olsun be belki bir gün biz de zengi oluruz, loto-piyango bişi çıkar, hepsini geçtim bir terfi alırım hayatım kurtulur. Bizim kaderimiz de bu işte, kölelerdeniz boşver, ne hayal kuracakmışım be, maaşımı alıyorum, sigortam yatıyor çocuklarım aç değil daha ne ister insan diyip kabullenenler. Tüketici toplumun demirbaşları aynı zamanda bunlar, AVM’lerden çıkmayan, reklamlarda gördükleri şeyleri almak için çırpınan, aldıklarınıda geri bu kapitalistlere kaptıranlar. Üçüncü grubta, hiç bu kadar düşünmeyip bir işe girdim ya gerisini boşver diyen zihniyet, en kalabalık bunlar. Kimileri dinle, tarikatla kandırılıp düşünme yetilerini kaybedenler, özellikle ülkemizde çok fazla; işe girdin ya şükret Allahtan belanımı istiyorsun, Allah’ın taktiri bu, onlar zengin sen fakir öbür dünyada herkes eşit olacak, hakkın mı yenmiş siktir et ne olacak, Allah görüyor herşeyi. (Buna bir örnek vereyim; Annem X tarikatının bir kolejinde çalışıyor, ayrılırken kıdem tazminatı almaması için,işe girerken istifa dilekçesini imzalatıyorlar(sebeb:parayı Allah rızası için kullanacaklarmış), yaz geldi mi iş yok diye ücretsiz izine çıkarıyorlar, 5 yıldır asgari ücretle çalışıyor zam yok). Bu son grupta bir de sefaletle boğuşup, köle olmayı bile idrak edememiş, aldıkları iki kuruşa çok önem verenler var, bu düzeni kendi değiştiremeyeceğini bilen, köle olmayı umursamayan, pasif, büyük bir topluluk.
Ne dedim ki ben;
Hoş geldin ey ironi, geç otur şöyle. Gene bir güzel saçmaladım dostlar, dediğim gibi benim gibi ilk grupta olanlar vardır aranızda. İşi gücü bırakıp, hayallerinin peşinden koşmak isteyenler. Belki daha idealist olup bu dünya düzenini değiştirmek isteyenler de var. Korkuyormuyuz biz? Asıl soru korkak mıyım ben? Şuan tek istediğim işi bırakıp evde oturup kitap yazmak ve müzikle uğraşmak! Yapabiliyor muyum? HAYIR. Ödemem gereken faturalar var, doyurmam gereken aç bir mide, sorumluluklarım var sonra. En yakın çare ikinci gruba dahil olmak galiba, birkaç dil öğrenip işimde yükselsem mi acaba, belki master falan da yapmalıyım? İyi bir maaş elde edene kadar, gerekirse patronun önünde eğilmem, yalakalık yapmam mı lazım? Sonrası ne olacak güzel bir kız bulup evlenmek mi? Belki çoluk çocuk olursa, daha fazla sorumluluk olursa bu saçma hayallerden vazgeçer miyim? O zaman mutlu olur muyum? Kafam çok karışık dostlar. 3 yıldır çalışıyorum bir kuruşum yok kenarda, tüketici de olmadım hiç, fazla giysim abuk subuk gereksiz eşyalarımda yok. Ama hem çalışıp hem hayallerimi kovalayacak zamanım olmuyor hiç. Çalıştıkça daha fazla iş biniyor omuzlarıma. O zaman işi değiştir diyeceksiniz? Komik değil mi hergün traş olmamak, takım elbise giymemek için bir çok iş fırsatını teptim, hiç pişman değilim ama belki de yanlış yapıyorum kim bilir. Gerçi kime sorsam çalıştıkça, semerindeki yük artıyormuş her yerde. Vurdumduymaz da olamıyorum verilen işi bitirmek zorunda hissediyorum kendimi. Evet kafam bayağı karışık, bir çare bulmam lazım. Psikologa falan mı gitsem, beni bu düzene adapte edebilmeleri için? Ya da kaçıp gidip, daha insani şartların olduğu bir ülkede hayata sıfırdan mı başlasam? Gitmek de saçma geliyor şimdilerde.
Ne yapmalıyım a dostlar? Artık yol ayrımına yaklaşıyorum ben? Ya hayallerimin yolundan gideceğim yada bu düzene ayak uyduracağım? Siz ne önerirsiniz?
12.01.2010
H.Ali Söyler
H.Ali Söyler