“Sen kaybetmeyi kabullenemiyorsun evlat. Oysa kazanmaktır bazen vazgeçmek. Hem üzülme lan! Büyünce unutursun” demiş ve gülmüştü dedem. İlk aşık olduğum kızı ve sonrasında yaşadığım hüsranı anlattığımda, ölmeden üç gün önceydi. O aniden gidince o kadar sinirlenmiştim ki kızı mızı unutmuştum. Azrail denen o adi melek düşmanım oluvermişti. Saatlerce küfür ederdim geceleri, uyuyamazdım, “Erkeksen çıksana lan karşıma, ödlek tavuk, koşamayan yaşlı adamları öldürmek kolay tabi, adamsan gel beni de öldür lan” diye diye sızardım. Yastığımın altında sımsıkı tuttuğum, annemin günlerdir aradığı ekmek bıçağı onu beklerdim, gözümü kırpmazdım. Çıkamadı karşıma tabi, korkak lavuk, gerçi iyiki de çıkmadı yoksa onu öldürüp katil olabilirdim. Üstünden koca bir yıl geçti şimdi, kendim hariç iki sırdaşımdan birini kaybettim dedem gidince. Sonradan düşününce, sırf bana yardımcı olmak için kendini feda ettiğini anladım. Anlamıştı, 6 yaşında bir çocuğun ilk aşk acısını kabullenebilecek kadar güçlü olmadığını. Ne yüce insandı dedem. Ve biliyordu muhtemelen beni ilk kucağına aldığında, o gittikten sonra bazı şeyleri kimselere anlatamayacağımı. O yüzden kulağıma Sırdaş diye fısıldamıştı adımı. Zorda kalınca kendi kendimin sırdaşı olabileyim diye.
Bizimkiler taşın üzerinden geçen topun gol olmadığını küfürlerle tartışırlarken bunları düşünüyordum. İçimden gelmemişti bugün oynamak. Ve ben yokken hep yenilirlerdi. Fark yemişlerdi gene ondan çirkeflik yapıyorlardı, tartışmayı bitirip biraz daha kafa dinlemek için “Tamam lan, bal gibi gol işte” diye bağırdım sahadakilere. Karşı takımdaki cingöz benden gelen ortaya voleyi çakıp “Al işte senin adamın gol diyor, 10-2 olum ağlamayın boşa” diyip kendi sahasına döndü arkadaşlarıyla. Bu tepkimi anlayabilecek tek insan vardı sahada. Hayatta olan tek sırdaşım. O da maçı bırakıp yanıma geldi hemen, anlamıştı bir şeylerin ters gittiğini. “İyi misin lan sen?”. Cevap vermesemde anlayabiliyordu beni tüm gerçek sırdaşlar gibi. “Dedeni mi özledin? Gidelim mi mezarlığa?”. Bu kez cevap verdim. “Yok abi boşver, iyi böyle”. “Hadi gidip o piçin canımı indirelim yine”, “Lan Ali kanıma giriyorsun zorla. Ama adamın babası hakimmiş olum, bir gün yakalayacaklar bizi sonra götümüzden kan alacaklar. Hem canımı indirince ne oluyor ki, ne dedem geri geliyor, ne de hatun beni seviyor”. “Bırak o zaman döveyim o bebeyi Sırdaş, bende gıcık oluyorum ite. Zenginim diye bir afra tafra. Geçen beden dersinde ‘senin niye spor ayakkabın yok’ dedi bana, kızların önünde hemde. Anlayışsız piç kurusu”. “Siktir et abi. Biz kaybetmeyi kabullenemiyoruz Ali, oysa kazanmaktır bazen vazgeçmek derdi dedem. Büyüyünce alışırız herhalde”. “Alışırız di mi?”. “Alışırız dostum”. “Geçmiyor ki zaman be Sırdaş, büyüsek keşke hemen. Hadi kalk bize gidelim, Tsubasa var onu izleriz, babamdan çarptığım ve kötü günler için sakladığım iki dal sigara da var hem” diyip güldü.O ne zaman gülse bir hüzün kovan kuşu geçerdi tepemizden. İşte bu yüzden daha bir severdim Ali’yi. Tanıyordu çünkü beni. Anlabiliyordu kimse anlamak için çaba sarfetmezken. Tanımak ve anlamak! Kaç insan susarak karşısındakine masallar anlatabilir ki şu dünyada? İçimden “Ulan Azrail eğer Ali’ye de bir şey yaparsan seni bu kez Allah bile kurtaramaz elimden” diyerek, yürüdüm ardından…
H.Ali Söyler
15.06.2011
Şişli/İstanbul