Kesif bir toz bulutu sardı, korkarak attığı titrek adımlarının ardından küçücük odayı. Kekremsi bir leş kokusu doldu çiğerlerine aniden,midesi bulandı.. Anılar acımasızca abandı üstüne, gözleri doldu hemen.. Nasıl büyük bir aşktı burada ölen, ne kadar kuvvetli gelgitler yıkamıştı, yıpratmıştı o küçük yüreği kim bilir.. Ah ne çok sevmişti Muhsin amcayı ve ne kadar acıydı zamansız gidişler..
Bir akşam üstü, Kabataş iskelesinde boğazı seyrederken oturmuştu yanına. Sinirini bozmuştu yalnızlığının bozulması. Kalkıp yandaki banka gidecekti ki tam, kadife sesiyle Nazım’ın çok sevdiği bir şiirini okumaya başladı. Nur yüzlü, bembeyaz sakalları içinde parıldayan mavi gözleriyle. “Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da…” Ayaklarının bağı çözüldü, tekrar yığıldı banka,boğazına kocaman bir yumru takıldı kaldı,konuşamadı. Tam onikiden vurmuştu Muhsin amca. Böyle tanışmışlardı...
İsmini çok sevmişti Sırdaş’ın. “Koca bir ömür beklemeliymiş insan, gerçek bir sırdaş bulmak için” diye takılır olmuştu ona. Üç ay boyunca ne zaman gitse oradaydı Muhsin amca, her akşam gider olmuştu o banka. Boğazın derinliklerine daldılar beraber, İstanbul’u dinlediler gözleri kapalı, hayali tablolar çizdiler rengarenk, altları çizilmiş kitaplar,şiirler okudular.. İyileşiyordu Sırdaş,gittiği hiçbir psikolog içtiği hiçbir ilaç işe yaramazken…
Bir akşam yok oldu Muhsin amca, haftalar, aylar geçti, pes etmedi Sırdaş. Her akşam gitti o banka.. Bir kasım akşamı yaşlı bir kadın oturuyordu yerinde. Yaklaştığında anladı hemen Münevver Hanım olduğunu. Elinde bir anahtar martıları izliyordu öylece. “Bende seni bekliyordum” dedi Sırdaş’a. Ayağa kalktı ve anahtarı verdi, “Senin yaşlı aptal öldü” dedi bir solukta. Caddenin karşısında arka sokakta bir evi tarif edip gitti acımasızca.
Odanın her yanına anılar istiflenmişti sanki, daraldıkça daraldı küçücük oda. Mide bulantısı arttı, camı açtı nefes almak için ve bir şok daha yaşadı. Odanın tek camından görünen evde Münevver hanım torunlarıyla oynuyordu. Anılar ete kemiğe büründü bir anda, anlam kazandı o sahipsiz şiirler. İçi burkuldu Sırdaş’ın. Aşk hakkında onca şey dinlediği, hayatı öğrendiği Muhsin amca dokunamamıştı bile Münevveri’ne, hissedememişti kalp atışını,öpememiş koklayamamışmıydı onu.
Münevver Hanım’a son kez bakarken hüzünle mırıldandı Sırdaş,
“Yani Tahir’i Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden? ”
24.03.2009
H.Ali Söyler
2 yorum:
TAHİRLE ZÜHRE MESELESİ
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte...
yani yürekte.
Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Nazım Nikmet Ran
Benim de Tahir ile Zühre Meselesi'ne bağladığım bir hikayem var.. Bu kadar çok benzerliğimiz olmak zorunda mı ki =))
Yorum Gönder