3 Aralık 2010 Cuma

Susssssss

Sekiz sene, saatler, saniyeler, sonsuz saliselerce süren sessizlikler. Sigaradan sigaraya sürüklenen sancılarımda, sayıklamaktan susardım sürekli. Sesim sisli, sesim sümüklüydü. Sende susmuştun, sormuyordun seni sevip sevmediğimi.  Seni sana sakladım sonra, sorduklarında sustum, sessizce sırıttım sürekli. Severdim seni.  Sevişmiştik seninle, Sensiz Satürn Sürgün Sayılır Sevgilim’in son sahnesinde, son sırasıydı sinemanın, sırılsıklamdık. Sidikli Sevda’yla sefil Salih’e sobelenmiştik, sırıtan sapık suratlarıyla. Sidikli Sevda? Sınıfa sıçmıştı sekizinde, soytarıları severdi. Salih sevinçlerini satardı sokakta.

Severdim seni, simsiyah saçlarını severdim, sana sarılmayı severdim, senelerce sutyeninde saklanabilirdim! Süveyş’in sevişken sineklerini sakalıma saklayıp Sinop’a sokacak, Samsun sivrisinekleriyle seviştirip satacaktık seninle. Servetimizi sayamayacaklardı. Senden sonra serseri sandılar. Sahillerde sabahladım. Sızdım sokaklarda. Servetimi sıçtım sıvadım. Sonra sabun sattım sapıklara. Sürmelerini sildim sivilceli sarışınların. Süt sağdım. Sakız, silgi, silecek sopası sattım. Su suladım seralarda. Salatalık soyup sattım sokaklarda sepet sepet. Serserilerin salaklarını söğüşledim. Sosyologlar sevmez serserileri. Siyasetçilere sövdüm sarı sayfalara sümüğümü silerken. Saniyeleri sayarak sigaralar sardım. Sosyete sitelerine sıçtım, sinirli sözcükler sıraladım ses sensörlerine. Sansasyonel sırlar sakladım spor sayfalarına. Sensizdim. Seni sigortalatsaymışım, sallamazmışım sorunları. Süpermen’in, sincaplarla solucanların seslerini sallamadığını sanıyorlar, salaklar!

Sen salebi sade severdin, sütü sıcak. Severdim seni. Samanyolu simsiyah, sinirli sana, sağanak sinirli, sulu sepken. Sensizlik stresli, sürgündeki sultan, solaryumda solmak sanki! Sinirliyim sana sanma, Samanyolu sinirli, severdim seni. S….

 - Sus! Sonra sakince siktir……….!

03.12.2010
H.Ali Söyler

30 Kasım 2010 Salı

Ben Nasıl Bir Gerizekalıyım!

Keşke ne kadar mal biri olduğumu anlatabilsem sizlere. Kelimeler kifayetsiz kalıyor derler ya, öyle işte. Bildiğiniz denyoyum lan ben. Geçen Perşembe çok sinirlendim kendime mesela.  Süper loto mudur ne boktur onu oynadımdı, öle şans oyunlarına çok para veren biri de değilim ha, biliyorum çünkü cenabetin önde gideniyim, bir halt çıkmaz bana, çıkmadı da hiç. Eee oyna ne olacak diyeceksiniz, eyvallah da, peki bu nasıl bir hayal kurma manyaklığıdır be kardeşim, bir insan sabaha kadar hayal kurar mı lan loto bana çıkarsa diye. Alarm çalana kadar döndüm durdum yatakta o Perşembe gecesi.

Neler yapmadım ki parayla. Bir de cimriyim ha, tek bana çıkıyor kodumun parası! Geçirdiğim en paranoyak geceydi belki de ömrü hayatımda. Paranın bana çıktığını kimseye de söylemiyorum nasıl bir psikopatsam. Ne dümenler çevirmiyorum ki, böle belli bir süre almıyorum parayı falan. Sonra bankaya yatırıp, faiziyle tezgâhımı kuruyorum yavaş yavaş. Yazılım işi kuruyorum lan diyip, kredi çekiyorum bankadan anamın evini ipotek ettirip, sonra anlaşılmasın diye de kendi ürettiğim yazılımı ben alıyorum başlarda çaktırmadan. İşler rayına oturunca, arkadaşlarımı yanıma alıp yüksek maaşlar veriyorum. Kar artınca müteahhitlik yapıp apartmanlar dikiyorum böle, etrafımda sevdiğim insanları kira almadan oturtuyorum orada. Böle öğrencilere ev verip kira almıyorum falan, çaktırmadan durumu kötü öğrencilere burs veriyorum, fakirlere yardım ediyorum. Paranın bana çıktığı anlaşılmasın diye kılı kırk yarıyorum ama göreceksiniz, her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşündüm böle sabaha kadar. O kadar para var arabam WV Golf yani düşünün. Böyle ekşınlar,atraksiyonlar falan da vardı. Bir gece tinerciler yolumu kesiyordu, Cihangir’de ki evime yürürken, böle bütün paramı veriyordum, edebiyat yapıyordum bebelere. Onları kafalayıp şarap alıp içiyorduk arka sokaklarda, çocuklar utanıp geri veriyorlardı parayı o derece, sonra ben almıyordum montumu falan veriyordum hatta.  Sonracığıma dünyayı mı gezmedim, böle uzak doğudan, Phuket’den, Karayip’lerden, Ukrayna’dan yazlık mı almadım. Diller mi öğrenmedim. Sanat-kültür merkezleri mi inşa etmedim. Filmler mi çekmedim. Müzik stüdyoları kurup, 4 farklı tarzda grup kurup müzik mi yapmadım. Neler neler lan. İlerde siyasete bile girdim paranın gücünü kullanarak, böle sosyal devlet naraları atarak, ezilen halkı, hakkı yenen işçileri ardıma alarak. Tabi bunları düşünürken normal bilincim, mantığım da bir yandan bastırıyor  “mına kodumun delisi, yatta zıbar lan, sabah iş var, hem kaç milyonda bir şans bu, sana çıkar mı hiç zibidi” diye bölüp duruyordu hayalimi. Zerre etkilemiyordu ama en fazla 10 saniye, sonra kaldığım yerden kuruyordum gene. Gerçi sabaha karşı gözler yorulunca feci küfürler ettim kendime ama gene etkilemedi.

Böle böle sabah oldu işte, neler düşündüğümü hayal edin, yaklaşık 7 saat kendim yazdım kendim oynadım. Alarm çalınca kalktım, 3 yıldır ilk kez telefonun ilk çalışında yataktan çıktım o gün. Üstümü giydim, çay doldurdum kendime, sabahları pek bir şey yemem ben, geçtim odada ki koltuğa oturdum. Gözlerim nasıl yanıyordu anlatamam, birde yorgunluk var feci. Düşünmek vücudu en çok yoran şey malum. Neyse efenim ben sızdım koltukta elimde çay fincanıyla. Ne oldu beğenirsiniz, rüyamda da bana çıkıyordu koduğumun lotosu.  Bu kez klasik senaryo ama böle yavşayan akrabalar, hayatımda tanımadığım insanlar falan, hayatın boyunca göremeyeceğin para sana çıkmış böle deliriyorsun. Kaçmak için dünya turuna çıkıyorum hayvani bir transatlantikle. Sonra dertlenip içiyorum öküz gibi bir gün, kafa güzelken “para pul yalan lan, keşke bana çıkmasaydı, özgürlüğüm gitti mına koyim, seviş seviş nereye kadar” diyip, transatlantikteki süitimin balkonundan okyanusa bırakıyorum kendimi. Tam suya girip iliklerime kadar ıslandığımı hissettiğimde de uyandım, bir fincan çay üstüme boca olmuş tabi. Allahtan soğumuştu. Kalktım, küfür ede ede tekrar eşofmanları giyip yattım geri yatağa, gitmedim işe o gün.

Böle de bir manyağım ben işte.

30.11.2010
H.Ali Söyler
İstanbul

2 Kasım 2010 Salı

Mütemadi Denyo

Evet bir saattir sigara içmiyorum. Valla içmiyorum lan. Galiba bu 78. sigarayı bırakma girişimim oluyor. Ama bu kez cidden ciddiyim bu konuda. İçmeyeceğim. Gülmeyin lan!

Çok Ciddi Uyarı: Olurda yukarda ki gibi olursam, olmam ya(!), sakın ha denyoluk yapmayın!

22 Ekim 2010 Cuma

So, You Think You Can Change?

Benden bir bok olmayacağını anladığımdan beri(1 saat oldu), mutluyum. Beklentilerim azaldı, saçma sapan hayaller kurmuyorum yani artık. Omuzlarıma abanan salakça baskıyı da kaldırmış oldum bunu idrak ederek, öyle bir rahatladım ki sormayın lan. Bundan sonra herhangi bir şeyde, ufacık bir başarısızlık karşısında dahi, "zaten benden adam olmaz ki mına koyim" diyip rahatlamayı planlıyorum. Sıkıntılı ruh halleri, üretme sancısı, çalışma kaygısı, karın ağrısı ve türevleri bundan sonra olmayacak yane. 50 kuruşunuz var mı lan? Pintilik etmeyin şarap alıcam.

12 Ekim 2010 Salı

Biz Büyüdük De Kirlendi Dünya

Kiraladığım bisikleti restoranların bisiklet parkına kilitleyip, Aya Yorgi’ye çıkan yokuşu aheste aheste tırmanırken kulağımda “Erkin Koray – Fesuphanallah” çalıyordu. Bahar taze kokusunu zorla ciğerlerime dolduruyor, istesem de istemesem de hormonlarımı kamçılıyordu. Yolun yarısında bulunan bankların birine çöküp bir sigara yaktım. Ciğerlerimi dumana boğmak, başladığım günden beri garip bir zevk veriyor bana. Hafta içi, fazla insan yok adalarda, burada yaşayanlar da bu deli Ortodoks’ların en izbe yerlere kondurdukları kiliselere çıkmıyorlar zaten. Ortodoksları anlıyorum, insan denilen canavardan uzaklaşmadan inzivaya çekilip kafa dinlemek ne mümkün. Sigarayı sonuna kadar içip, devam ediyorum tırmanmaya. Tepeye ulaştığımda bu kez sigaraya söverken buluyorum kendimi.

Bir bira alıp banklara oturuyorum.  Ne müthiş bir manzara, mutlu hissediyorum kendimi, çalan melankolik şarkıyı değiştiriyorum iki üç kez ama yok yeni çıkanlarda aynı bokun laciverti, şarkı zevkime de sövüp ”Kaçak- Ölünür de” de bırakıyorum. Tepede fazla insan olmasa da biri geliyor ve yanıma oturuyor, sinirimi bozuyor bu yaptığıyla. “Ne güzel şarkıymış o, hiç duymamıştım” diyor. “Ne diyor lan bu dingil” diyorum içimden kulaklığımın birini çıkarırken  “Anlamadım”, “Ne güzel şarkıymış o, hiç duymamıştım” diye tekrarlıyor. Şarkıyı kısık seste mp3 çalardan dinliyorum duymasına imkân yok, sesi çok mu açık diye kontrol ediyorum. “Pardon, haklısın tabi, unutuyorum bazen insan kılığında olduğumu” diyip gülümsüyor. Yüzümdeki salak ifadeyi görüp açıklıyor. “İnanması zor ve bunu ilk defa bir insanla paylaşıyorum ama ben bu dünyadan değilim” diyor ciddiyetle. İçimden “hay mına koyayım, kafa dinleyelim diye adalara kaçtık, deli midir şizofren midir, manyağın biri buldu bizi” diye geçiriyorum. “Korkma, ne deliyim ne de şizofrenim” diyor gülerek. İşte o an tırsıp ayağa fırlıyorum, ayağım takılıp sendeliyorum, biram dökülüyor. Gözlerim fal taşı gibi açılmış, adrenalin pompalanan vücudumda kalp atışlarımı duyabiliyorum. “Lütfen otur, zararsızım ben” diyor gülerek. “Dur sana yeni bir bira alıp geleyim ”.  O bira almaya giderken rampa aşağı koşsam kaçabilirim belki diye düşünüyorum.  O sırada “Pinhani – Ne güzel güldün” başlıyor, “Belki durup dururken yanına gelince, söylediklerimi anlamsız buldun” diyor sözler.  Gülüp oturuyorum banka tekrar, mp3 çaları kapatırken. Elinde biralarla geldiğinde, birazda olsa sakinleşiyorum. “Adın ne” diyorum daha da sakinleşmeye çalışarak,  “Sinyokuk, ama dünyada kafama göre takılıyorum.  Yazgı diyebilirsin. Senin adın ne?”, “Ali”, “Tamamı ne?”, “Haci Ali Söyler”, biraz bekledikten sonra “Hmm, kötü bir ailede büyümüşsün, hayalperestsin bu güzel ama tembel ve korkaksında, yazar olmak istiyorsun ama yazıların bok gibi, müzikle ilgileniyorsun ama konser kayıtlarına bakılırsa son derece kirli ve kötü çalıyorsun,  ayrıca müzik kulağı dediğiniz şey sende yok, fotoğ”, “Hey keser misin şunu, bunları bende biliyorum ama sen nerden”, “Dur dur heyecanlanma, sadece Google’dan arattım, bloğundakileri falan okudum o kadar”. Bunların ne kadar farkında olsam da, birden bire söylenmesi moralimi bozmuştu, “Peki yazar olabilecek miyim?” diye soruyorum. “Maalesef geleceği bilmiyoruz dostum, teorik olarak mümkün olsa da bizde de o teknoloji yok henüz. Ama umudunu yitirme, insanlar öğrenebiliyorlar, yani bence olabilirsin. Ha bu arada Sırdaş karakterini sevdim, isimde güzel kullanabilir miyim?”.  Kafamı olumlu manada sallayıp,  “Peki, bunları bana neden açıklıyorsun”  diye soruyorum. Son derece yakışıklı bir dış görünüş seçmiş kendine. Gülümseyerek “Evet gelelim o konuya, benim gibi bir düzine daha var dünyada, hepimizin ayrı görevleri var. Benimki sizin aşk dediğiniz duyguyu çözmek”, “En zoru da sana gelmiş lan” diyorum gülerek. “Evet, cidden öyle oldu”. “Eee çözebildin mi bari aşkı?”, “Kimyasını evet, melatonin, serotonin ve endorfin hormonları salgılanıyor ilk günlerde, kişi aşık olduğunu düşündüğü insanı görünce yani, bu hormonların salgısında düzensiz bir artış oluyor, yani mutluluk hissi duyumsuyor. Kişi ilk kez aşk deneyimi yaşıyorsa, adrenalin gibi diğer hormonların salgısını da tetikleyip heyecanlanma, terleme gibi yan etkiler de oluşturuyor, bu yan etkiler ileriki ilişkilerde azalıyor ama, beyniniz alışkanlıklarını kaydediyor bir nevi. Kişinin kimyasında ki bu hormonsal hareketliliğinde zamanla azaldığını gözlemledik, aşk bazlı bakarsan kişiden kişiye değişmekle beraber yaklaşıp 40 gün sonra normal seviyesinde seyrediyor bu hormonlarınız. Sonrasında kişilerin karakterlerine bağlı olarak ilişki devam ediyor ya da bir taraf artık mutluluk hissini almadığı için ayrılıyor. Yani Ali kimyası kolay ama diğer veriler stabil değil, çok karmaşık, insanlar çok garip yaratıklar, karakterleri, kimyaları çok farklı birbirlerinden. Bu söylediklerim hormonsal dengesi standart seviyedeki insanlar için yani“ Durdu. “Eee işte çözmüşsün, gerçi bu söylediklerini bizim bilim insanları da üç aşağı beş yukarı söylüyor zaten, aratsaydın çıkardı Google’dan” diyorum gülerek. “Evet ama insanlara güvenmiyoruz aynı sebeplerden, kendi deneylerimizi kendimiz yapıyoruz. Şimdi sana bunları anlatmamım sebebine gelirsek, ne kadar düşüncelerinizi dahi okuyabilsem de anlamadığım yerler var. Her insandan farklı tepkiler alıyorum, kimse benzer tepkileri vermiyor” Gülüyorum söylediklerine. “Bak dostum, olayın özünü çözmüşsün zaten. Aynen dediğin gibi bu dünyada ki 6 milyar küsur insan da birbirinden farklıdır. Standart insan diye bir şey yok yani. İnsanı ele alacaksan, onu çevresel faktörlerle, geçmişiyle, yaşadıklarıyla ele alman lazım, ebeveynlerinden gelen genleri de unutmadan tabi. Her duygu, her hormonsal salgı hepimizde var ama miktarları faklı, tam nedenini ben de bilmiyorum ama kimi cinsellikten daha fazla haz ederken, kimi bencillikten, kimi kötülükten, kimi acıdan haz eder hale geliyor. Kimileriyse korkudan, acizlikten din gibi avuntular seçiyor kendine, bu da yaşayışını davranışlarını değiştiriyor. Yani seçimleri, içinde bulunduğu çevre zevk aldığı hormonları ve bunların salgılarını etkiliyor. Karakterlerimiz çok küçük yaşta oluşmaya başlıyor bizim. Sosyal statümüz, ne bileyim doğduğumuz aile, maddi durumumuz, yediğimiz içtiğimiz, yaşadığımız iklim, maddi manevi birçok faktör yani. Fizyolojimiz de aynı şekilde, çirkin/güzel oluşumuz, ne bileyim boy, deri rengi, saçımızın düz – kıvırcık olmasını bile kişiliğimizi etkiliyor. Örneğin sen birçok ilişki yaşamış biriyle, hiç ilişki yaşamamış birine aynı şekilde yaklaşamazsın. Tepkiler farklı olacaktır tabii ki. Ne bileyim cinsellik hormonları tavan yapmış birine duygusal yaklaşamazsın, anlamaz ki. Ama senin için daha kolay bu, ne düşündüklerini bilebiliyorsun artık. İstediklerini ver yeter.  Aşkı gerçekten yaşamak istiyorsan bunu daha önce hiç yaşamamış olman lazım, ayrıca hiç âşık olmamış yani hiç algıları kirlenmemiş birisini bulman lazım”, “Çocuk olayım yani”, ”Evet, aynen öyle çocuk olman lazım. Biz öğrendikçe kirlenen, mutsuz olan yaratıklarız. Öğrendikçe çirkinleşiyor, öğrendikçe kötüleşiyoruz. Yaşadıkça bencilleşiyoruz biz. Çocuk ol öyle araştır aşkı. Hem çocuklar rol yapamazlar, ne istediklerini daha kolay anlarsın”, “Teşekkürler Ali, hemen deneyeceğim bunu, hadi kendine iyi bak”, ”Gidiyor musun?”gitmişti bile.

Biramı bitirip indim tepeden yavaş yavaş, bisikletle adanın etrafını turlarken dalgındım baya, o gün anladım ki ben de çok kirlenmişim, ben de büyümüşüm. Neden artık âşık olamadığımı, heyecanlanamadığımı anladım. Galiba ben de yalnızlıktan, melankoliden haz olanlardan olmuşum, bende acı çekince mutlu olanlardan olmuşum, bok olmuşum yani. Mp3 de “Pink Floyd – Comfortably Numb” çalarken, Gilmour “The child is grown,the dream is gone” derken, keşke ben de tekrar çocuk olabilsem diye geçiriyordum içimden... Neyse ki akşamüstü vapuruna yetiştim. Güneşin batışını ada vapurdan izlemek hep mutlu etmiştir beni.


12.10.2010
H.Ali Söyler

11 Eylül 2010 Cumartesi

Bakala Bir Boncuk Mu Şu?

Bokumda boncuk arıyorum, bulamadım ya hiç, olsun aramak iyi geliyor bana. Boş durunca rahatsız oluyorum ben. Bazen canım hiçbir şey yapmak istemiyor, bokumla oynuyorum bende. Bok diyince bokunu yutmuş kaz gibi oluyorum bazen. O nasıl bir şey diyeceksiniz şimdi. Küçükken görmüştüm, kazlar bokunu gagasıyla dürter bazen, ayak perdeleriyle üstüne şekiller çizer falan. Sonra ağzına atar. Biraz bekler sonra saçma sapan bir çığlık atar. Ertesi gün yine yapar ama. Bende kazlar gibi yapıyorum işte. Yediğim şeyin kendi dışkım olması da ayrı bir mevzu olmakla beraber bilinçsizce ağzına attıktan sonra dildeki ilk emilimden beyne giden tat alma sinyalleri, elektro şok etkisi yaratıyor orada. Bir dakika ya, ne yaptım ben diyor insan. Sonra salgılanan tükürük, yutkunma o iğreti tadı geçiriyor gerçi. Sonra yine canım hiçbir şey istemiyor. Tekrar başlıyorum bokumu kurcalamaya.

11-07-2010 
H.Ali Söyler

11 Temmuz 2010 Pazar

Sıradan Günün Sıradan Hıyarı, Tuz Var Mı?

Alarmı yedinci sekizinci kez ileri alıp, kahvaltıdan ve duştan feragat edip çıkıyorum yataktan. Kalktıktan sonra bazen ayak serçe parmağımı yatağın köşesine çarpıyorum uyku sersemi. Hatunlar adet sancısı derler o ne ki serçe parmak acısı yanında! Farksız ya Cuma olsun günlerden, tüm hafta giydiklerimi giyiyorum tekrar, anlamıyorum zaten her gün ne giyeceğim diye dert edenleri. Aç karnına bir sigara yakıp çıkıyorum evden. Üç buçuk dakika, yavaşlıyorum sanki. Yok, unutmadım yüzümü yıkamayı, üç yıldır yüzümü yıkamıyorum sabahları, uykum açılıyor çünkü. Dolmuş bekliyorken sigaramı tüttürüyorum, bazen sigara bitmeden geliyor dolmuş, sinirleniyorum binmiyorum bende. Dolmuşa bindiğimde, insanlar gülümsüyor genelde, umursamıyorum. Saçım başım dağınık hep, yataktan çıkığım gibi geziyorum komik duruyor demek ki. Gerçi bir keresinde tişörtü ters giymiştim liseli kızlar kıkırdayıp uyarmışlardı. Dolmuşun arka tarafına gidiyorum hep, elden ele uzatılan paraları iletmekten nefret ediyorum çünkü. Oturacak yer nerde bizim dolmuşta, ayakta uyuyorum bende, bazen acıyıp yer verenler de oluyor. Yazıyorum ya bazen abuk subuk rüyalar, işte çoğunu dolmuşta ayakta görüyorum onların. Dolmuştan inince bir sigara daha yakıp metrobüse yürüyorum. İkinci sigara uykumu açıyor biraz galiba. Metrobüs iş saatleri çok tenha olur bilirsiniz, hele ara duraktan biniyorsanız bom boş oluyor. Baya bir bekliyorum binmek için, kapıların nerde açıldığını öğrendim biraz. Kapılar açıldığında içeriye bakıyorum, güzel bir kız yoksa binmiyorum gıcıklık olsun diye. Varsa bazen doluysa bile bindiğim oluyor. Ha birde çok fazla liseli ergen varsa da binmiyorum. Çok konuşuyorlar çünkü gülüp duruyorlar sinir oluyorum. Metrobüse binince ara kısma sızıyorum önle arka körüğün birleştiği yere yani, o arada klima yok, tutunacak yerde az, ayrıca kapıya yakın olma hastası insanlardan uzak naif bir yer. Güzel kıza arkamı dönüp mp3 player’ımı açıyorum ve kitabımı çıkarıp okumaya başlıyorum. Sırf metrobüste okuyarak ayda üç kitap bitirebiliyorum, bağışıklık kazandım buna, midem bulanmıyor hiç, gözler zaten bozuk. Metrobüs olaysız geçiyor genelde, sayfaları çevirirken bazen dönüp güzel kızı kesiyorum, göz göze gelmekten özellikle kaçınırım niye bilmiyorum. Bazen yüksek sesle müzik dinleyenler oluyor yanımda, hele ki Demet Akalın, Serdar Ortaç veya ne bilim enstrümansız iğrenç şeyler dinleyenler oluyor sinir oluyorum, birde sesini sonuna kadar açmıyorlar mı, ayakkabımı çıkarıp kafalarına kafalarına vurmak istiyorum ama yapmıyorum tabi ki. Hiç sevmesem de benim mp3ün sesini sonuna kadar açıp iyice sokuluyorum yanlarına bende, bilerekte yüksek kalite baba metal şarkıları açıyorum. Ha birde bazen durakları kaçırdığım oluyor dalıp, avcılara kadar gittiğim oldu yalan değil.

Metrobüsten indikten sonra bir sigara daha yakıp işyerime yürüyorum, yolda her zamanki simitçimden simit alıyorum. Adam benim geldiğimi görünce hiç sormadan simidi sarıp uzatıyor, iki yıldır simit alıyorum amcadan, galiba alışkanlıklarımı bozmuyorum ben. İşe hep geç kalıyorum, ortalama bir saat kadar. Esnek çalışma saati demişlerdi ondan olabilir, bilmiyorum. İşe gidince simidi kemiriyorum, hiç bitiremedim daha o simidi. Arada gazetelere göz atıp küfür ediyorum ülkenin durumuna. Sonra sıkılıp, haber sitelerinin en gözde kısımları haline gelmiş galerine tıklıyorum. Güzel kızlara falan bakıyorum. Bir saati öldürüyorum böle işin, sonra çıkıp bir sigara daha içiyorum. Çalışmaya başlıyorum zor bela, zira işler hiç bitmiyor, müşteriler arayıp yeni şeyler istiyorlar sürekli, yaparız ya diyip geçiştiriyorum artık çünkü her şeye yaparım deyince işin altından çıkılmayacağını anladım. Bazı günler hiç çalışmıyorum gerçi, facebook, twitter,myspace ne kadar üye olduğum site varsa geziyorum. İçimden gelmiyor çalışmak, bazen de tuvalete gidemiyorsun yoğunluktan orası ayrı mevzu. Bazen müşteriler çok uzun konuşuyorlar telefonda bitiyorum, bir keresinde kırk beş dakika falan bir şeyler anlattı biri, yarısından fazlasını dinlemedim haliyle, zaten dikkatimi on dakikadan fazla veremiyorum ben hiçbir şeye. Bilirsiniz böle mal gibi dalar giderim ya yanınızda öyle işte. Adama anladım, birde bunları mail olarak atarsanız sevinirim diyip kapattım telefonu. O günden sonra hep öyle yaptım, uzatırlarsa dinlemiyorum, bitirince mail atar mısınız diyip kapatıyorum.


En güzel zaman öğle yemeği zamanı benim için, arkadaşlarla çıkmamışsam bir parka gidiyorum. Çocukları izliyorum, huzur veriyor bana. Seviyorum çocukları. Öğleden sonrası da sabahtan farksız işte, büyük kısmı çalışmaya çalışmakla geçiyor zamanın. Sürekli hayaller kurup gaz veriyorum kendime. Acil bir iş yoksa normal saatte çıkıyorum işten, metrobüse yürüyorum, eğer o gün çekilen bir şans oyunu varsa üç yıldır oynadığım tek kolonu oynuyorum. Bir kere üç tuttu ona da baya bir içerdeyim yani. Metrobüste dönüş sabahkiyle aynı aşağı yukarı. Dolmuşta bu kez kitap okuyorum uykum olmadığı için. Eve gelince bir şeyler atıştırıyorum, galiba öğle yemekleri olmasa ölürüm ben. Akşamları da bir şey yemiyorum. Sonra bilgisayarı açıp başında mal gibi oturuyorum genelde, hiç bir şey yapmadan saatlerce oturduğum oluyor. Çok sıkılırsam dizi izliyorum, komedi dizisi, ben odun olduğum için birilerinin komik olmasına ihtiyaç duyuyorum haliyle. Bazen de erken gelmişsem film izliyorum. Komedi filmleri favorilerim yine. Korku filmlerini hiç sevmem, polisiyeleri de, hele abdnin dünyayı kurtardığı filmlerden nefret ediyorum. Yılda senede bir oyun oynuyorum, zamanında bokunu çıkardığım için artık oyunda oynayamıyorum gerçi. Ama genelde sadece internet başında boş boş oturuyorum, blog falan okuyup sigara içiyorum. Saat 2 gibi de gözlerim yoruluyor zıbarmaya gidiyorum. Yatakta uyumak için debelendiğim o bir saati seviyorum. Bütün güzel fikirler o saatte geliyor aklıma, güzel sözler falan, hatta bazen espri falan da yapıyorum kendi kendime, gülüyorum. Sonra sızıyorum. Eminim güzel, bol atraksiyonlu rüyalar görüyorumdur ama hatırlamıyorum çoğunu. Sonra alarm çalıyor, erteliyorum sürekli ...


H.Ali Söyler

11.07.2010

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Nerde Kaldın Melisa?

Özledim seni Melisa, bilirsin küçük bir çocuk daha ruhum ve yalnız kalınca korkuyorum. Senin mavi gözlerin olmadan hava hep kapalı, özlemle karışık sağanak hüzün yağıyor odamıza. Cama kafa atan sinekler gibi hayaline çarpıyorum her an. Umudumu yitiriyorum sen yokken Melisa, bana sarılıp “yapabilirsin” demeni özlüyorum. Yemek yemeyi bile unutuyorum sen yokken, zaten sen olsan acıktığımda öperdin beni biliyorum, doyururdu dudakların ruhumu.

Sen olmasan hiç sevmezdim kendimi Melisa, sıkardım kafama karanlık bir sokakta belki. Çünkü kimse senin gibi sevmiyor beni. Sen ki en çirkin en çirkef halimle sevdin beni ve öyle bir seviyorsun ki bir bok sanıyorum kendimi. Bende seni seviyorum Melisa. Her şeyini seviyorum hem de, dudaklarını, burnunu, saçlarını, kıvrılan belini, her yerini yani en çok da gözlerini seviyorum. Beni dinlerken kafa sallayışını seviyorum, ince zekânı seviyorum, esprilerini, gülüşünü, saçmalasam da ki sık sık yapıyorum bunu sonuna kadar dinlemeni, düşünüp tezimi çürütmeni seviyorum. Oto boka kavga edip, beş dakika sonra hiç bir şey olmamış gibi sevişmemizi seviyorum. Çıkmayalım bugün yataktan, gitmeyelim işe dediğimde, gülümseyip üstüme atlamanı seviyorum. Uyurken seni izlemeyi, nefes alış verişini saymayı seviyorum, ortalama on beş dakikada. En çok da hayallerimi desteklemeni seviyorum Melisa. Sen olmasan ne yaparım bilmiyorum, düşünemiyorum düşünmekte istemiyorum bu ihtimali.


Keşke bende seninle markete kadar gelseydim diye hayıflanıyorum şimdi, ama seni beklemeyi de seviyorum galiba. Çünkü sen kapıyı her çalışında Melisa, içimi öyle bir sevinç kaplıyor ki o dipsiz evreni avucunun içine alır. İşmiş, patronmuş, kariyermiş, paraymış, dünyaymış, düzenmiş hiçbir şey umurumda değil biliyor musun? Sen yanımda ol ve bana öyle mavi mavi bak yeter Melisa, unuturum her şeyi.


İki bira alıp geleceğim dedin Melisa on dakika oldu be, pöööööf :(


Haci Ali Söyler

03/07/2010

30 Haziran 2010 Çarşamba

Gündüz Düşleri

Rüyamda aksakallı nine bana bir hacıyatmaz uzatıp, "al dedi evlat, hayallerini bunun içine koy, ne kadar sallanırsa sallansın yıkılmaz merak etme" dedi. Nasıl sevindim anlatamam. Yarın ilk iş bir hacı yatmaz alacağım...

****

Rüyamda ağzımla kuş tuttum, hadi tamam sinekti kabul ama yine olmadı nan :( Tadı da bok gibi denemeyin evde…

****


Rüyamda çocuktum böle, aksakallı nine yanıma sokulup "Kelimeler bireydir evlat, cümleler bireylerden oluşan kalabalıklar. Adam gibi bireyler seçemezsen eğer kuru kalabalık olurlar ki, biri de çıkar o kalabalığı kandırır sonra da seni bi güzel dövdürür" dedi. Acayip tırsıp ağlamaya başladım, bunun üstüne nine "En iyisi sen hiç konuşma lan" diyip siktir olup gitti.


****


Rüyamda, balkondaki sümbülümü sulamak için çıktığımda, deli gibi yağmur başlıyordu. Şemsiyeyi kapıp yağmur dinene kadar başında bekledim, abuk subuk şeyler anlattım çiçeğe. Ne anlattığımı söylemeyeceğim şimdi. Niye alıp içeri götürmedim bilmiyorum resmen kıçım dondu orada, galiba arada sırada kafasını sallayıp beni dinlediğini göstermesi hoşuma gidiyordu.


****


Rüyamda, istenmeyen tüyler koleksiyonu yapan manyak bir adamdım, epilasyoncu epilasyoncu dolaşıp istenmeyen tüyleri sahipleniyordum…


****


Rüyamda güzel bir kızı kesiyordum, liseden kimya hocam arkadan yaklaşıp; "fizik güzel ama kimyası nasıl acaba, tepkimeye girer mi girmez mi? Tepkime sonucu ortaya ne çıkar bunlar önemli hacım" dedi :)


****


İki şey arasında kalıp birini seçersin ya zor bela, sonra ya öbürü daha iyiyse diye kafayı sıyırırsın ya, hah işte. Ben öle durumlarda ikisini de siktir edip, bir kere rüyamda gördüğüm aksakallı ninenin tavsiyesini şeydiyorum, dediydi ki "Evlat eğer derde düşersen, sikinin doğrultusuna git, kaç oradan nan"


****


Rüyamda Liv Tyler bana tecavüz ediyordu, ilk başta direndim sonra oluruna bıraktım. Bilinçaltımı bulursam tekme tokat dalıcam :)


****


Rüyamda "stop shopping,start living motherfukers" diye bağırıyordum bir alışveriş merkezinin ortasında. Üzerinde kapitalizm yazan koca bir çizme beni kovalıyordu, tam ezecekti ki uyandım :S


****


Dün gece şöyle bir rüya gördüm; "iki tane çocuk vardı,canının çektiği şeyi ağlayarak aldıramayan Pipigül'ün pipisi gerçekten düşüyordu, bu duruma "kutsal boooook" diye şok olmuş bir ifadeyle tepki veren Çükücan'ın ensesine, yaşlı bir Türkçe öğretmeni tarafından okkalı bir Osmanlı tokadı iniyor kene" uyandım, harbiden kutsal bok diyip soluğu lavabo da aldım.. Yok lan lavaboya sıçmadım, hani tuvalet demiyoruz ya o bakımdan :D


****


"Zoru başarırım imkansız biraz zamanımı alır, peeeeeeh" dedim rüyamdaki ak sakallı teyzeye.. Bildiğin favorisi vardı nan :D


****

Yok abi kıçım açıkta ne zaman sızsam, abuk subuk rüyalar görüyorum, istiklalde dört nala ata biniyordum bu kez, nasıl bir bilinç altı nan bu :D

Haci Ali Söyler

30/06/2010

6 Haziran 2010 Pazar

Aaa Ben, Ne Bok Yiyorum Öle!

Şu ahiret dedikleri şeyi düşününce acayip merak ediyorum ister istemez. Düşünsenize bir, ilk insandan itibaren herkesin defterleri açılacakmış, tüm yaşamı beyaz perdeden izlenir gibi diğer bütün insanlara izlettirilecekmiş falan. Çok güzel bir şey aslında, oradan Einstein’ın ne bilim Mozart’ın, Tesla’nın ve birçok manyak insanın hayatlarını izleyebileceğiz lan. Zaman kavramı olmayacağı için sıkılmadan izleriz diye düşünüyorum ama umarım patlamış mısır falan da verirler yani, zira o kadar sıkıcı, tek düze ve boktan insanın hayatını da izlemek zorunda kalacağız.

Tabi en önemlisi kendi hayatımızın yansıtıldığı anlar olacak bizim için, düşünsenize bir, nasıl bir sevişme sonucu ana rahmine düştüğünüzden, hiç hatırlayamadığınız bebekliğinizin detaylarını, ilk gözyaşlarınızı, ilk adımınızı, ilk söylediğiniz sözcüğü, her detayı yani. Ben en çok onları merak ediyorum, bebekliğimi merak ediyorum yani. İlk arkadaşınızı, ilk okula başlayışınızı, ilk kavganızı, ilk aşk yanılsamasına düşüşünüzü, ilk nefretinizi, ilk kıskançlığınızı ve daha bir çok şeyi. Her detayın gösterilmesi de gıcık bir şey aslında, mastürbasyon gibi tek kişilik gösterilerinizin herkes tarafından izlenecek olması ister istemez rahatsız ediyor beni. Ya da ne bilim bir kızla sevişmek için yaptığımız şebeklikleri falan. Kendimizi olduğumuzdan farklı gösterme çabalarımızı, insanların gözünün içine bakarak söylediğimiz yalanlarımızı falan. Muhtemelen orada da rüşvet vermeye çalışıp “abi şuraları keselim be” diyenler çıkacaktır ama ben onları da gülerek izlerim herhalde. Orada 6.hissi gerçekten hissedecek olmak da heyecan verici cidden. Mesela âşık olduğunuz insana seni seviyorum dediğinizde onun gerçekten ne düşündüğünü bileceğiz, görüyor olacağız. Dostlarınızın, diğer herkesin sizin hakkınızda ne düşündüğünü, size ne küfürler ettiğini, arkanızdan neler dediklerini. Belki bir dram belki bir komedi izleyeceğiz. Güzel olacak bence, kendi hayatımızı izlemek, güzel olacak güzel.


Tabi bizler gibi sıradan insanlar için güzel olabilir de ben birde şu kötü olmakta direnen, kendinden başka kimseyi düşünmeyen, aç gözlü bencil insancıkları merak ediyorum asıl! Onlar orada idrak edebilecekler mi her şeyi acaba? Ne iğrenç insanlar olduklarını yani. Ha bir de umarım herkesin algı yeteneği aynı olur orada, zekâ, IQ falan yani, izleyince burada ki gibi yanılgıya düşmemeleri lazım bence. Şimdi buradayken her duyduklarına inanan ya da bir olayı irdelerken, hiç düşünmeden, hiç araştırmadan, hiç okumadan, o öyle yaptıysa bir sebebi vardır diye empati kuramayan, direk yaftalayan insanlar olmaz umarım orada. Yani burada inandığı yalanlara veya kendi yanlış değer yargılarıyla doğru sandığı şeyleri, orada öyle sanmazlar umarım. Mal gibi izlemeyiz yani orada. Çünkü bazı insanların inatla görmek istemedikleri şeyleri orada görmesini, neler kaçırdıklarını, yapmadıkları güzel şeyler için üzülmelerini isterim çünkü. Örneğin; savaş çıkaranların, insanları katledenlerin, çocukları öldürenlerin, dini vb şeyleri kullanarak insanları sömürenlerin, dostluk aşk gibi, paylaşmak gibi yüce duyguları görmelerini isterim yani. Dünyanın sadece para, zevk ve zenginlik olmadığını anlamalarını isterim. Kölesine, yanında çalışan işçisine kötü davranan efendilerin, onların gözünden ne boktan insanlar olduğunu görmelerini isterim ve umarım orada hepimiz bir çocuk saflığında veya ne bilim Nietzsche’nin üst insanı gibi ahlak değerleri tavan yapmış bir şekilde izleriz ki, o boktan insanlar yaptıklarından pişman olup azap çeksinler. Aslında ahretten sona ceza ödül varsa bu kişilerin yerini değiştirerek, aynı olayları yer değiştirip yaşamalarını isterdim ben. Yani köle efendi olacak efendi de köle, işçi patron olup aynı işkenceleri onlara yaşatsa mesela, öldürülen, katilini öldürsün ceza olarak, aldatan aldatılsın, petrol için kan dökenlerin petrolleri aynı işkenceyle ellerinden alınsın, Afrika da, Amerika da ezilenler, o sömürgecileri sömürsünler aynı şekilde yani. Doğurduğu çocuğunu sokağa atanlar, çocukları tarafından doğrulup aynı şeyleri yaşasınlar. Çünkü sadece ateşle, işkenceyle cezalandırılmak yetmez bence. Çok kindar konuştum ama bence böyle. Ne yani adam iğrenç duygusuz bir katil, gitmiş birinin en sevdiği insanı öldürmüş, diğerini ömrü boyunca duyumsayacağı bir özlemle ve acıyla yaşamaya mahkûm etmiş ve ceza olarak sadece yanacak mı yani? Bence çok az olur.


Asıl demek istediğim şey bunların hiç biri değil tabi, ahretin olup olmaması da sorun değil dostlar, insanlar neden bu kadar kötü olmak zorunda lan onu anlamıyorum. İnsanlar nasıl böyle yobaz, faşist, katil, bencil, sevgisiz olabiliyorlar, ellerine güç geçince veya güçlü olmak için neden insanları böle sömürüyorlar, bunca güzel şey varken, cennette tasvir edilen her şey dünya da varken, aşk, sevgi, dostluk, paylaşmak gibi yüce duygular varken neden böyleler neden böyle boktanlar. Bu şekilde ahrette hayatlarını izlemek falan hikâye yani ama önlerine bir ekran koyup ne bok yediklerini göstermek isterdim onlara…


06.06.2010

H.Ali Söyler

26 Mart 2010 Cuma

Paranoya

Ciğerlerimden gelen ziftle asfalt döküyor kalbim damarlarıma,
Zihnim mahşer yeri, usum morfinli.
Sokaklarsa ıssız, kimse evinden dışarı çıkamıyor.
Kötü kötü adamlar hayallerimi yakıp ısınıyorlar köşe başlarında.
Tecritte tüm iyi düşüncelerim,
Ve tekin olmayan sülietler geziniyor karanlıkta.

Usumun koridorlarında ise deliler,
Bütün köşeleri tutmuşlar.
Ellerinde aynalar düşüncelerimi yansıtıyorlar,
Sonsuz bir akis, başım dönüyor.

Dışardan acımasız sesler geliyor bazen,
Gerçekle hayal amansızca güreşiyorlar.
“Bilinçaltı bir kabullenmişlikle” – “Bilinçli bir böyle olmamalıydı” savaşı hüküm sürüyor.
Usum yaramazlık yap derken, uslu ol diyor hayat.

Zihnimin odalarındaysa her yer karanlık, elektirikler kesik genelde.
Köşedeki sokak lambasının altında uzun bacaklı bir fahişe makyajını tazeliyor.
Kapım çalınıyor, kim olduğunu biliyorum,
Tek gelen var zira,o da Fahişe düşüncelerin pezevengi.
"Ne çok özlemişim seni! Hoş geldin!" diyorum.
Tam da düşüncelerimin bekaretini kaybetme zamanı gelmişti.
"Hadi elindeki en acımasız aşifteyi ver bana."
"Korkma! Param da var baş edecek cesaretim de!"

Düşüncelerimin bacaklarına kramplar giriyor artık!
Sürünmeyecek kadar onurlu, koşamayacak kadar halsizler...

26.03.2010
H.Ali Söyler


Bir Delinin Çığlıkları - Twit Diyarından Seçmeler
***
Fahişe düşüncelerin pezevengi.Hoşgeldin! Tamda zihnimin bekaretini kaybetme zamanı gelmişti. Artık gücüm de var...Vur hadi,acıma... H.Ali Söyler 14.03.2009
***
zihnimin bacaklarına ağda yaptım.. Sinek kondu tutunamadı.. Birde jartiyer geçirdim mi göreve hazır.. H.Ali Söyler 17.03.2010
***
Zihnimin odalarında her yer karanlık, elektirikler kesik. Köşede ki sokak lambasının altında uzun bacaklı bir fahişe makyajını tazeliyor. H.Ali Söyler 22.03.2010
***
Düşüncelerimin bacaklarına kramplar giriyor! Sürünmeyecek kadar onurlu,koşamayacak kadar halsizler... H.Ali Söyler 22.03.2010
***
Usumun koridorlarında deliler,bütün köşeleri tutmuşlar. Ellerinde aynalar düşüncelerimi yansıtıyorlar, sonsuz bir akis, başım dönüyor... H.Ali Söyler 22.03.2010

17 Şubat 2010 Çarşamba

Kardelen

Eğer,
Sen bir gülsen dünyanın en güzel bahçelerinde,

Ben de asi bir kardelenim terkedilmiş tepelerde.
Sen baharda güzel kokular saçan, aşkın simgesi,
Ben ise başkaldırmışım kadere gözü kara bir deli.
Ama sen!
Koparılıp solacaksın,
Yada yavaş yavaş öleceksin soğuk bir bahar günü dalında.
Bense gözlerimi açacağım yırtıp karları gökyüzüne,
Ve bakıp güleceğim, ölüme inat edercesine.
Neden de bu işte!
Ben senin gibi gezemem yalanlarla kirlenmiş ellerde.
Ben böyleyim,
Ölmekte daha güzel böyle!
Hürce asice terkedilmiş bir tepede...


H.Ali Söyler / Şubat 2004

16 Şubat 2010 Salı

Bush'un Orta Doğu Stratejistcisi Kamil

Kalemini eline aldı, kâğıdı tekrar düzeltti. Son birkaç saattir bir şeyler yazacaktı ama bir türlü başlayamıyordu, kafası karışıktı. Tek hücreli beynindeki baş ağrılarını mı kâğıda kusmalıydı yoksa gitgide dayanılmaz hale gelen karın ağrılarıyla mı uğraşmalıydı karar veremiyordu. Poyrazdan vuran amonyak kokusu düşüncelerini bölüverdi, koşar adım sıçmaya gitti. Rahatlamıştı. 


Masaya döndüğünde çok farklı biriydi artık, zamanı durdurmuş gibiydi sanki. Yıllardır ayrılamadığı sevgilisinden ayrılmış, 5000 metrede bir Ütopya’lıyı geçmiş, Mike Tyson’ın kulağını ısırmış gibi hissediyordu. Önünde duran kâğıdı tekrar düzeltti. Artık bu planı bitirmek vakti gelmişti! İlk atak arka saftaki orman elfleri tarafından, sperm başlıklı uzun menzilli oklarla başlayacaktı, viagra içirilmiş eşeklere binen çıplak amazonlar sağdan atağa kalkarken, sol taraftaki deli gömleği giymiş hobitler ise geri geri çekilerek düşmana yumuşak karnı işaret edeceklerdi. Bu sırada kendisi, savaş alanının ortasına kurdurduğu sahnede savaşma seviş benle cover’ını çalacak, düşmanı bir dilemmaya mahkûm ederekten onları gevşetirken, geri çekilen deliler pogo atağıyla düşman piyadelerini ezeceklerdi. Filistin’den getirttiği çocuklar taşlarla düşman tanklarını bertaraf ederken, mahalleden topladığı gençlerde sapanlarla uçakların işini bitirecekti. Her ayrıntıyı düşünmüştü. 


Ensesine inen tokat onu kendine getirdi. Patronu arkasından sinsice sokulmuş yazdıklarını okumuştu. –“Lan pezevenk ben sana bunun için mi para veriyorum, şu tipine uğraştıklarına bak, kendine gel imajını düzelt” diye bağırdı. İlk tepkisini artan adrenalinin etkisinde “İlişkimize böyle bakmanız beni derinden yaraladı, Sayın Puşt özür dilerim Buşt” dedi. “Ben senin foklarına karışıyor muyum nan, petrolüne işiyor muyum, dolarına kıçımı siliyor muyum, bak sinirim kaktı patates varsa yerim!” diye kükredi. “Maymunlarla çok zaman geçiriyorsunuz Sayın Puşt, onlarında size benzemesinden korkuyorum” diye ekledi sakince. Sarılıp barıştılar. 


2006
H.Ali Söyler
(eskileri karıştrırken buldum)

12 Ocak 2010 Salı

Hayallerin gölgesinde yak bir sigara daha!

Çiğerlerimden gelen ziftle asfalt döküyor kalbim damarlarıma, çift gidiş çift geliş hem de! Gidemedim ya hiç ben uzaklarıma, iç yolculuklarımın alt yapısı sağlamdır o yüzden. Çok sigara içmeye başladım bu günlerde, baksanıza, ne yazacağıma başlarken bile aklıma ilk gelen şey oluyor. Gene her zamanki zırvalıklarımı yazacağım, en büyük derdim bu zaten. Mutlu değilim. Mutlu olmak! Yaşamdan zevk almak! Sanırım çoğumuzun derdi bu. Hep bir çıkış yolu arıyor insan, ne kadar eli kolu bağlı olsa da, en azından kendi içine dalıp, o karanlığı aydınlatacak bir yol, bir ışık bulmak istiyor, kimseden bir hayır gelmeyecek çünkü. Ben bulamadım hala. Bazen her şeyi, herkesi bırak çek git diyorum kendime sonra saçmalama lan otur oturduğun yerde, ne yapacaksan burada da yaparsın diyorum. Olduğum noktadan memnun değilim, olan da çok az. Burada olmamalıydım farklı olmalıydı hayatım diyorum. Ama sadece diyorum işte bir icraat yok, “bilinçaltı bir kabullenmişlikle” – “bilinçli bir böyle olmamalıydı” savaşı hüküm sürüyor.

Allah’tan yalnız değilim, sadece ben değil kime baksam, yitik yenilmiş savaşçılar görüyorum etrafımda. Herkes haksızlığa uğramış, kimse hakettiğini yerde değil. Soruyorum onlara, istisnasız hepsi birer rock yıldızı, büyük bir oyuncu, holdinglerde ceo,yönetici falan olmuş, kimi başbakan cumhurbaşkanı, kimi yazar şair olmuş kitapları yok satan,kimi fotoğrafçı görülemeyenleri gün ışığana çıkaran. Hakkı yenmiş herkesin. Başaramayan herkes gibi bahaneler sıralıyorlar sorunca, param yoktu dershaneye gidemedim, durumumuz kötüydü hayallerimden vazgeçip çalışmak zorundaydım, sınava girdiğimde hastaydım, ailem geri kafalıydı yeteneklerimi destekleyecekleri yerde engel oldular hep,patron hep hakkımı yedi, güzel olmadığım için yükselemedim, çalışanlar değil birilerinin altına yatanlar yükseldi hep, namuslu olmak suç değil mi zaten bu ülkede, torpilin yoksa bir hiçsin bu ülkede, benim dayılarım yok ki yükseleyim, yakala değilim ki ben patronun önünde eğileyim.. Vs vs binlerce bahane daha…

Gelin biraz inceleyelim bu durumu;

Doğuş, şartlar, dünya düzeni;

Herkes şanslı doğmuyor diye bir söz var. Bu dünya düzeninde maalesef çok doğru. İnsanlar ne kadar biyolojik ve fizyolojik olarak eşit doğsa da, dünyaya geldikleri yer, millet, ırk, ve aile olarak eşit değiller. Bu sosyolojinin yıllardır incelediği bir konu. Ben sadece doğduğunuz ortamın sizin hayatınızı ne kadar etkilediğini alacağım içerisinden. Örnek olarak Somali’de açlık içinde doğmuş biri olduğunuzu hayal edin, Hitler Almanya’sında bir Yahudi, ya da Gazze’de bir Filistinli şimdi,ya da İran’da sanatçı ruhlu biri olarak doğduğunuzu, veya bir eskimo kutuplarda, veya daha zengin bir ailede var olduğunuzu…

Bir şekilde bir yerlerde doğduk diyelim, bizi etkileyen ilk faktör ailemiz. Anne baba veya yanında büyüdüğümüz insanlar ve onların gelir seviyesi, aileye çok fazla sorumluluk düşse de, onlar da bizim gibi doğmuş oldukları yere bağımlılar. Ve genelde onlar da içinde bulundukları şartları kabullenip öyle yaşamış insanlar oluyorlar. O yüzden ailelere çok kızmamakla beraber en büyük suçlu olarak görüyorum. Her birey özellikle ebeveynler, çocuklarının sorumluluklarını almalı ve onlara şu anki dünya düzenini anlatıp, mutlu olmaları için ne yapmaları gerektiğini söylemeliler. Söyleyenler var aslında ama söylemekten çok hazırlamaları lazım. Buna da bir örnek verecek olursak mesela bir aile, yavrum oku güzel bir meslek sahibi ol der genelde, ama okulu bitirince ne olacağını söylemez. Şunu diyebilmeli bir aile; bak yavrum okuyup mezun olacaksın sonra, kapitalist dünyanın yarattığı ve çoğu senin gibi okumamış 5-10 patronun yanında köle gibi çalışacaksın, onları zengin edeceksin, aldığın iyi kötü maaşla insani bir yaşamdan uzak, çoluk çocuk derdinde olacaksın. Buna göre oku. Okumazsan daha kötü, asgari ücret gibi komik bir maaşla,saçma sapan vasıfsız işlerde karnını doyurma derdinde olacaksın. Evet ailenin işi çok zor ama o çocuğu bu dünya düzenine hazırlaması lazım, hele hayalperest veya yetenekli bir evlatları varsa bunu sonuna kadar desteklemeleri lazım. Bunlar normal bir aile için geçerli şeyler, herkes şanslı doğmuyor dedik. Benim gibi, sorumsuz sadece kendi zevkini düşünen bencil bir babanın evladı olanlar, veya asgari ücretle çalışıp tek derdi çocuklarının karnını doyurmak olan zavallı ebeveynlerden nasıl bir destek gelebilir sorusu çıkıyor ortaya haliyle. Orası da şans işte, herkes şanslı doğmuyor diyip geçiyoruz.

Büyüme, Kabulleniş ;

Çocuklar büyüyor, mezun oluyorlar ya da bir şekilde hayata atılıyorlar. Karşılarına bir seçici çıkıyor ve diyor ki; biz her köleyi işe almayız, çok bileceksin, kendini alim gibi geliştireceksin, birkaç dil bileceksin, çok çalışacaksın, az para isteyeceksin, gerekirse sana devletin verdiği imkanlardan bile vazgeçeceksin, ha kabul etmiyorsan yürü git köle mi yok diyorlar. Önce anlamasak da köle olmak için birbirimizle yarışır oluyoruz.

İyi kötü bir işe giriyoruz ve bir kabulleniş başlıyor. Ben üçe ayırdım bu kabullenişleri. Kimileri benim gibi mevcut dünya düzenini idrak edip, bu saçma düzeneğe bir dişli de kendi olduğu, hayallerini ertelediği için üzülüp kahrolanlar, kimileride farkında olup, kendini aciz hissederek kabullenip düzene ayak uyduranlar. Kapitalist dünyanın piyonu oluvermek koymuyor onlara kabullenince, 5-10 kişi zengin olup geri kalanlar köle olmayacak mı siktir et olsun, bu dünyanın düzeni bu değil mi şimdi, amaan olsun be belki bir gün biz de zengi oluruz, loto-piyango bişi çıkar, hepsini geçtim bir terfi alırım hayatım kurtulur. Bizim kaderimiz de bu işte, kölelerdeniz boşver, ne hayal kuracakmışım be, maaşımı alıyorum, sigortam yatıyor çocuklarım aç değil daha ne ister insan diyip kabullenenler. Tüketici toplumun demirbaşları aynı zamanda bunlar, AVM’lerden çıkmayan, reklamlarda gördükleri şeyleri almak için çırpınan, aldıklarınıda geri bu kapitalistlere kaptıranlar. Üçüncü grubta, hiç bu kadar düşünmeyip bir işe girdim ya gerisini boşver diyen zihniyet, en kalabalık bunlar. Kimileri dinle, tarikatla kandırılıp düşünme yetilerini kaybedenler, özellikle ülkemizde çok fazla; işe girdin ya şükret Allahtan belanımı istiyorsun, Allah’ın taktiri bu, onlar zengin sen fakir öbür dünyada herkes eşit olacak, hakkın mı yenmiş siktir et ne olacak, Allah görüyor herşeyi. (Buna bir örnek vereyim; Annem X tarikatının bir kolejinde çalışıyor, ayrılırken kıdem tazminatı almaması için,işe girerken istifa dilekçesini imzalatıyorlar(sebeb:parayı Allah rızası için kullanacaklarmış), yaz geldi mi iş yok diye ücretsiz izine çıkarıyorlar, 5 yıldır asgari ücretle çalışıyor zam yok). Bu son grupta bir de sefaletle boğuşup, köle olmayı bile idrak edememiş, aldıkları iki kuruşa çok önem verenler var, bu düzeni kendi değiştiremeyeceğini bilen, köle olmayı umursamayan, pasif, büyük bir topluluk.

Ne dedim ki ben;

Hoş geldin ey ironi, geç otur şöyle. Gene bir güzel saçmaladım dostlar, dediğim gibi benim gibi ilk grupta olanlar vardır aranızda. İşi gücü bırakıp, hayallerinin peşinden koşmak isteyenler. Belki daha idealist olup bu dünya düzenini değiştirmek isteyenler de var. Korkuyormuyuz biz? Asıl soru korkak mıyım ben? Şuan tek istediğim işi bırakıp evde oturup kitap yazmak ve müzikle uğraşmak! Yapabiliyor muyum? HAYIR. Ödemem gereken faturalar var, doyurmam gereken aç bir mide, sorumluluklarım var sonra. En yakın çare ikinci gruba dahil olmak galiba, birkaç dil öğrenip işimde yükselsem mi acaba, belki master falan da yapmalıyım? İyi bir maaş elde edene kadar, gerekirse patronun önünde eğilmem, yalakalık yapmam mı lazım? Sonrası ne olacak güzel bir kız bulup evlenmek mi? Belki çoluk çocuk olursa, daha fazla sorumluluk olursa bu saçma hayallerden vazgeçer miyim? O zaman mutlu olur muyum? Kafam çok karışık dostlar. 3 yıldır çalışıyorum bir kuruşum yok kenarda, tüketici de olmadım hiç, fazla giysim abuk subuk gereksiz eşyalarımda yok. Ama hem çalışıp hem hayallerimi kovalayacak zamanım olmuyor hiç. Çalıştıkça daha fazla iş biniyor omuzlarıma. O zaman işi değiştir diyeceksiniz? Komik değil mi hergün traş olmamak, takım elbise giymemek için bir çok iş fırsatını teptim, hiç pişman değilim ama belki de yanlış yapıyorum kim bilir. Gerçi kime sorsam çalıştıkça, semerindeki yük artıyormuş her yerde. Vurdumduymaz da olamıyorum verilen işi bitirmek zorunda hissediyorum kendimi. Evet kafam bayağı karışık, bir çare bulmam lazım. Psikologa falan mı gitsem, beni bu düzene adapte edebilmeleri için? Ya da kaçıp gidip, daha insani şartların olduğu bir ülkede hayata sıfırdan mı başlasam? Gitmek de saçma geliyor şimdilerde.

Ne yapmalıyım a dostlar? Artık yol ayrımına yaklaşıyorum ben? Ya hayallerimin yolundan gideceğim yada bu düzene ayak uyduracağım? Siz ne önerirsiniz?
12.01.2010
H.Ali Söyler