26 Nisan 2009 Pazar

Yaftalamak

Karma felsefesine göre, insan kendi doğumunu kendi seçermiş, yani kim olarak doğacağını nerde doğacağını, hangi millete ait olacağını. Ayrıca bunu bir sebeb-sonuç ilişkisiyle sunar bize, yani geçmişinde kötü olan bir insan, şu anki hayatında bunun bedelini öder, sakat doğar, fakir yaşar, acı çeker, başarısız silik biri olur gibi. Yine önceki hayatında iyi olan biri şimdiki hayatında sağlıklı, zengin,ferah ve saygınlık içinde yaşarmış(!) …

Yazacaklarıma karma felsefesiyle girmemin nedeni, hayatımın her anında karşıma çıkan ve hala devam eden YAFTALAMA gerçeğini sizinle paylaşmak. Bence dünyanın en büyük sorunu bu. İnsanları yaftalıyoruz. Sen, ben, o hepimiz yapıyoruz bunu. Ben artık yapmıyorum bunu, birinci gözden yaşamış biri olarak yapmıyorum (elimden geldiğince tabi :)).

Daha önceki yazılarımda da bundan dem vurmuştum, neden mutlu ola mıyoruz? Neden birbirimizi yaftalayıp duruyoruz? Hayır, karma felsesi saçma sapan bir şey arkadaşlar, öyle bir şey de yok. İnsan kendi yaşamını kendi seçmiyor. Annesini, babasını, milletini seçmiyor. Ama önünde uzanan hayatı şekillendirmesi kendi elinde, kimi doğru yolu buluyor evet, kimiyse isteyerek yada istemeyerek batıyor hayat denilen batağa.

Dün Beyoğlu’nda gezerken, yüzünde tüm doğallığını maskelemiş ağır bir makyaj olan, üstünde son moda elbiseleriyle, genç ve güzel bir bayan gördüm. Tam o sırada karşıdan bize doğru bir çocuk geliyordu,elleri ceplerindeydi, kafasını bile kaldırmadan yürüyordu, utanıyorlardı belki de halinden, üstü başı kötüydü, zevksizdi, iğreti duruyordu evet. Kızı görünce gülümsedi, farkettim bende. Çocuk geçtikten sonra kız yanında ki arkadaşına dönerek “Iyyy kıro” dedi ve gülüştüler. Kötü hissettim kendimi, o çocukta kendimi gördüm o an, çocukken bende kötü giyinirdim, bana da mı kızlar bu gözle bakıyordu benide mi tanımadan yaftalıyorlardı böyle. Sonra sinirlerim bozuldu, yanlarından geçerken tip tip yüzlerine baktım. “Kendini askı yerine koyup, sipastik gibi taşığıdın o kolundaki deri çantaya verdiğin parayla, iki ay geçiniyorlar o ve ailesi haberin var mı lan, senin bir günde harcadığın parayı onlar bir yılda harcamıyorlar be, Allah’ın düşünme özürlü tikileri, ancak tüketmeyi bilirsiniz zaten, dünyayı da tükettiniz, sevgiyi de, herşeyi de!” diye haykırmak istedim, yapamadım :) (bakın bende yaftalıyorum bazen). Neyse olayı dramatikleştirmeyeceğim daha fazla, ilk sorunumuz karşıda ki insanı dış görünüşüyle yaftalamak. Bu en çok karşılaşılan yaftalama çeşidi. O kızın şunu düşünebilmesi lazımdı, “Herkes benim kadar zengin değil tabi, her ay binlerce lirayı gözü kapalı veremiyor; elbiselere, solaryuma, makyaj malzemesine, benim kadar düşüncesiz bir tüketici olamıyor,yazık ona” diyebilmeliydi. Belki gülümsemesine karşılık vermeyebilirdi yine, ama en azından arkasından, onun elinde olmayan nedenlerden dolayı “kro” diye yaftalamamalıydı. Bunun örnekleri çok fazla, siyah giyen birini “satanist” diye yaftalamak, kısa bir şey giyen birini “kaşar,orospu” diye yaftalamak vb çok fazla örnek verilebilir buna.

Şimdi asıl diyeceklerimde sıra, düşünememekten kaynaklanan yaftalama! Ki, bu çok daha vahim ve dünyada süregelen kaosun en büyük sebebi, ve düşünen amcalar bunu çok güzel kullanıyorlar. Türkiye’den örnekler vereyim size, ben yaşlılarla sohbet etmeyi çok severim,birinci ağızdan duyduğum hikayelerden yaptığım çıkarımımı paylaşayım sizinle. Bildiğiniz gibi bizim yetmiş-seksenlerde karanlık bir siyasi tarihimiz var. Sağ-Sol kavgaları, iki tarafıda tarafsız olarak dinledim, iki tarafında yazdığı dönemi anlatan kitaplarını okudum. Yaptığım çıkarımı söylüyorum; o dönemki gençlerin hepsi gerizekalıymış :). Temele inerek anlatayım isterseniz; sağcılarda,solcularda aynı şeyi istiyorlar ikisi de emperyalizme karşı, temelde ikiside ülkenin tam bağımsızlığını,kendi ayakları üstünde durmasını istiyor. Ama ne yapmışlar peki bu amcamlar? Birbirlerini yaftalayıp, kıymışlar sadece birbirlerine, sağcılar hah bu solcu! Dövelim! Kominist vatan hayini şerefsiz bunlar. Solcular ne yapmış; hah sağcı bunlar, düşünmekten aciz, faşist köperler diyip sağcılara dalmışlar. Ne olmuş peki, ölen masumlar iki taraftanda, ülkeye hizmet etmesi gereken parlak zekalar hapisanelerde çürümüş. Hiç kimse karşıdakinin yerine kendisini koymamış, onlar ne istiyor biz ne istiyoruz dememişler, oturup konuşmamışlar bile. Beraber el ele çalışmış olsalardı şimdi bu kadar geri kalmazdık. Ben bu çıkarımı onlarla paylaştığımda bana verdikleri cevap ise; “O zaman öyle bir seçeneğimiz yoktu, ya sağcı olacaktın ya solcu”.. Kusura bakmayın siz bana böyle cevap verirseniz bende sizi gerizekalı diye yaftalarım arkadaş!... Ve bu amcalar hala ülkeyi yönetiyor. Galiba biraz daha beklememiz gerekecek bir şeylerin düzelmesi için…

Konuya dönersek tekrar, düşünememekten kaynaklanan yaftalama! Evet en büyük sorun bu, kimisi bizim suçumuz, çünkü eğitim sistemimiz bozuk. Bizi düşünmeye itmek yerine ezberciliğe alıştırıyor. Düşünmüyoruz. Kimiside dış etkenlerden kaynaklanan düşündürülmeme. Nasıl diyeceksiniz? Mesela tarikatların yaptığı şey beyin yıkama; cahil bir insanı kandırmak kolaydır. Cahil bir insanın beynini dini safsatalarla yıkayarak insalara karşı çok güzel düşman edebilirsiniz. Mesela bu şekilde yıkanmış bir beyne, bak bu ataist dinsiz Allah’a küfür ediyor derseniz gidip onu öldürebilir bile. Aynı şekilde bir aile çocuğunu, dindarlar şöyledir çarşaflılar böyledir diye eğitirse yani ezberlettirirse, ne kadar aydında olsa çıkıp tüm kapananlar örümcek kafalıdır diye yaftalabilir. Yani sorun bu arkadaşlar; düşünmüyoruz, kendimizi onların yerine koymuyoruz, kafamızda yaftalamışız onları, o şekilde etiketlemişiz ki, onlar o kabın dışına çıkamazlar. Yanlış olan bu işte. Peki onları değiştirmek? Ki düşünmeden kabul ettiğimiz kendi gerçeklerimizi, onlara kabul ettirmek için ne yapıyoruz? Hiçbir şey! Sadece etiketliyoruz! Sadece yaftalıyoruz!

Bu konuda sabaha kadar yazabilirim sanırım o kadar çok örnek var ki. Hepsinin temel sorunu bu. Düşünememek, mesela spor, fanatiklik, saygısızlığa dönüşen sevgi! Öyle etiketlemeler gördüm ki ağzım açık kaldı işin kötü yanıda buna cidden inanıyorlar. Örneğin; Şu takımlılar ibnedir, tüm şu takımlılar eziktir(yazamayacağım çok ağır şeylerde var). Maça gidiyorsun şunu yapmayan şöyle olsun. Tezahuratların tamamı küfür dolu, hemde maçla hiç ilgisi olmayan, anne ve eşlerde giriyor o küfürlere. Bu mudur şimdi spor? Bu mudur taraftarlık. Bir kindir almış gidiyor, nasıl bir etiketlemeyse, karşı takımın renklerine bile uyuz oluyorlar. Be hey öküz hiç mi düşünmedin, sen kendi takımını seviyorsun eyvallah çok güzel bir şey, spor güzel bir şey zaten. Tamam izle, aynı şartlarda verilen mücadeleyi, kaybettiysen rakibini tebrik et, kazandıysan karşıyı kırmadan sevin.. Ne diye terbiyesizleşiyorsun.. Ne diye senin gibi kendi takımını seven o taraftara küfür ediyorsun!

Son olarak ırkçılığa değineceğim, beni en çok üzen yaftalama. Yazının başına dönersek insanlar kendileri seçmiyorlar milletlerini demiştim. Siz kim oluyorsunuzda insanları renginden, milletinden, dilinden dolayı yaftalayabiliyorsunuz? Sen şimdi bu millettensin eyvallah insanın kendi milletini sevmesi kadar doğal bir şey yok, ama o hor gördüğün milletten bir çocuk olarak da doğabilirdin. Bu yüzden düşün önce bir kere, sana bir kastı yoksa niye yaftalayıp kin besliyorsun be hayvanoğlu! Türk, Kürt, Ermeni, Çerkez, Laz 70 milletten insar yaşar bu topraklarda sen kimsinki ırkçılık yapıyorsun, Sünni,hanefi,alevi,müslümanı,hrıstiyanı,musevisi,atatisti yaşar sen kimsinki meshepçilik yapıyorsun. Düşün bir sende onlardan biri olarak doğabilirdin, kendini onların yerine koy bir kere. Düşün sadece düşün bırak artık yaftalamayı.

Özetliyecek olursak, bazı zeki ve düşünen amcaların, bu cahilliğimizi, bu ezberciliğimizi kullandıklarını, bu yaraları kaşıyarak bizi birbirimize düşürdüğünü söylemiştim. Son sözüm kendinizi kullandırtmayın! YAFTALAMAYIN, ETİKETLEMEYİN!!!

H.Ali Söyler
26 Nisan 2009



Sessiz Çığlıklar

“Abi paran var mı?” dedi, dilenciye benzemiyordu pek, zaten dilencilere para vermem ben, çok aşağılık gelir hep bana.. Birinden durup dururken para istemek! Hele sağlam insanlar isteyince sinir olurum iyice.. Eli ayağı tutan bir teyze veya genç isterse asabileşirim bile, bir keresinde bir teyzeye neden dileniyorsun diye çıkışmıştım, sağlamsın git çalış yada ne bilim göbek at mesela göbek atsan para verirdim sana hatta istemeden verirdim demiştim.. Ben bunları düşünürken “Çok zor bir şey mi sordum abi” dedi. Yüzüne baktım, en fazla 15-16 yaşlarındaydı ama çok daha yaşlı gösteriyordu, yediği tokatlar bir İran halısının sık ilmekleri gibi dokunmuştu yüzüne. Arkasında sakladığı tiner dökülmüş bezi gördüm sonra. “Parayı napacaksın?” diye sordum? Direk gözlerimin içine bakarak “Şarap alacam abi” dedi. Doğru söylüyordu, inandım ona.

Son günlerde zihnim çok bulanık, kafamın içinde hiç susmayan çan sesleri var sanki, bir sancı belki bilmiyorum. Ansızın bir baş ağrısı saplanıyor, Nietzche’nin dediği gibi hayallerimin doğum sancılarıdır umarım. Rahatlamak için yürüyüşü keşfettim bugünlerde. İstiklale çıkıp karışıyorum kalabalığın içine, çizgilere basmadan yürümeye çalıştım önce ama çok zor oluyor o kalabalıkta,şimdilerde tramvay raylarına ayağımı sürüyorum, nispeten daha kolay. O günde Can Yücel’in Kayıp Çocuk şiirini mırıldanıyordum yürürken;

Birden işitilmez olsun ayak seslerim;
Gölgem bir başka sokağa sapıversin;
Unutayım bir anda her şeyi,
Nerde oturduğumu,
Bir tuhaf adem olduğumu Can adında.
Aklım arayadursun başka kapılarda kısmetimi,
Ben, bilmediğim sokaklarda bir başıma;
Gönlüm öylesine geniş, öyle ferah,
İlk defa görmüş gibi dünyayı,
Bir şaşkınlık içinde, yeniden doğmuş gibi;
Hatırlamam artık değil mi, dostlar,
Hatırlamam artık garipliğimi?

Hakikaten de gölgem olmasa da ben sapıvermişim bir ara sokağa, ta ki o karşıma çıkıp “Abi paran var mı?” diyene kadar bunu yaptığımın farkında bile değildim bende. Melankolik şarkıların dolu olduğu mp3 çalarımı kapatıp, elimi omzuna koydum. “Eğer beraber içersek sana şarap alırım” dedim. Gülümsedi, gülümseyince bir hüzün kovan kuşu geçti aramızdan, gülümseyince, acılarla da dolu olsa, bir yüzün ne kadar güzel olabileceğini gördüm bir kez daha.. Köşedeki tekelden bir köpek öldüren aldım önce, sonra “En pahalısından ver” dedim adama. Galatasaray hamamının ordan Cezayir sokağına inerken kullanılan merdivenlere oturduk. Sami’ymiş adı. Hayatını anlattı bana, dinlerken utandım, yüzüm kızardı hatta, şaraptan herhalde dedim sorunca.

Çok şeyim yok belki benim de, ama yetiyorum kendi kendime, sahip olamadığım şeyler için isyan da ettim evet ama o gün pişman oldum herşeye. En azından bir evim vardı benim sorunlarımda olsa bir ailem. Anamı babamı tanımıştım ben en azından, çocuk esirgeme kurumunda bıyıklı amcalar tecavüz etmemişti bana, amcam diye bildiğim adam beni
dilenmeye zorlamamıştı hiç, bir kış günü yengem kovmamıştı beni,soğuk sokağa bir başıma. Ben böyle kendimle yüzleşirken daha önce hiç duymadığım bir Müslüm şarkısı patlattı yanık sesiyle “Hep ağladım biraz gülmek istedim,ne yaptımsa duyulmadı ki sesim,hergün feryat ettim ölmek istedim,cağırsamda gelmedi ki ecelim” gibi birşeylerdi herhalde.. “Sesin çok güzelmiş” diye kekeleyebildim ancak ilk defa anlamlı gelmişti arabesk bana oysa.

O ise hiçbir şey sormadı bana, adımı bile sormadı. Veda edip ayrılırken arkamdan “Eyvallah abi” dedi. Gözümden süzülen yaşlarla tekrar sürüdüm ayaklarımı tramvay raylarında. Bu kez yıllar önce yazdığım kendi şiirimden bir mısrayı mırıldanıyordum ve ilk defa yazdığım bir şeyi severek;


Beyoğlu’nda bir tinerci
Uzanırken gözleri gökyüzünde
Bir yıldız gördü kayan
Çok şey vardı isteyecek,
Seçemedi!
H.Ali Söyler
8 Nisan 2009

Bahsi Geçen Şiirin Tamamı: http://hacialisoyler.blogspot.com/yldz.html