11 Temmuz 2010 Pazar

Sıradan Günün Sıradan Hıyarı, Tuz Var Mı?

Alarmı yedinci sekizinci kez ileri alıp, kahvaltıdan ve duştan feragat edip çıkıyorum yataktan. Kalktıktan sonra bazen ayak serçe parmağımı yatağın köşesine çarpıyorum uyku sersemi. Hatunlar adet sancısı derler o ne ki serçe parmak acısı yanında! Farksız ya Cuma olsun günlerden, tüm hafta giydiklerimi giyiyorum tekrar, anlamıyorum zaten her gün ne giyeceğim diye dert edenleri. Aç karnına bir sigara yakıp çıkıyorum evden. Üç buçuk dakika, yavaşlıyorum sanki. Yok, unutmadım yüzümü yıkamayı, üç yıldır yüzümü yıkamıyorum sabahları, uykum açılıyor çünkü. Dolmuş bekliyorken sigaramı tüttürüyorum, bazen sigara bitmeden geliyor dolmuş, sinirleniyorum binmiyorum bende. Dolmuşa bindiğimde, insanlar gülümsüyor genelde, umursamıyorum. Saçım başım dağınık hep, yataktan çıkığım gibi geziyorum komik duruyor demek ki. Gerçi bir keresinde tişörtü ters giymiştim liseli kızlar kıkırdayıp uyarmışlardı. Dolmuşun arka tarafına gidiyorum hep, elden ele uzatılan paraları iletmekten nefret ediyorum çünkü. Oturacak yer nerde bizim dolmuşta, ayakta uyuyorum bende, bazen acıyıp yer verenler de oluyor. Yazıyorum ya bazen abuk subuk rüyalar, işte çoğunu dolmuşta ayakta görüyorum onların. Dolmuştan inince bir sigara daha yakıp metrobüse yürüyorum. İkinci sigara uykumu açıyor biraz galiba. Metrobüs iş saatleri çok tenha olur bilirsiniz, hele ara duraktan biniyorsanız bom boş oluyor. Baya bir bekliyorum binmek için, kapıların nerde açıldığını öğrendim biraz. Kapılar açıldığında içeriye bakıyorum, güzel bir kız yoksa binmiyorum gıcıklık olsun diye. Varsa bazen doluysa bile bindiğim oluyor. Ha birde çok fazla liseli ergen varsa da binmiyorum. Çok konuşuyorlar çünkü gülüp duruyorlar sinir oluyorum. Metrobüse binince ara kısma sızıyorum önle arka körüğün birleştiği yere yani, o arada klima yok, tutunacak yerde az, ayrıca kapıya yakın olma hastası insanlardan uzak naif bir yer. Güzel kıza arkamı dönüp mp3 player’ımı açıyorum ve kitabımı çıkarıp okumaya başlıyorum. Sırf metrobüste okuyarak ayda üç kitap bitirebiliyorum, bağışıklık kazandım buna, midem bulanmıyor hiç, gözler zaten bozuk. Metrobüs olaysız geçiyor genelde, sayfaları çevirirken bazen dönüp güzel kızı kesiyorum, göz göze gelmekten özellikle kaçınırım niye bilmiyorum. Bazen yüksek sesle müzik dinleyenler oluyor yanımda, hele ki Demet Akalın, Serdar Ortaç veya ne bilim enstrümansız iğrenç şeyler dinleyenler oluyor sinir oluyorum, birde sesini sonuna kadar açmıyorlar mı, ayakkabımı çıkarıp kafalarına kafalarına vurmak istiyorum ama yapmıyorum tabi ki. Hiç sevmesem de benim mp3ün sesini sonuna kadar açıp iyice sokuluyorum yanlarına bende, bilerekte yüksek kalite baba metal şarkıları açıyorum. Ha birde bazen durakları kaçırdığım oluyor dalıp, avcılara kadar gittiğim oldu yalan değil.

Metrobüsten indikten sonra bir sigara daha yakıp işyerime yürüyorum, yolda her zamanki simitçimden simit alıyorum. Adam benim geldiğimi görünce hiç sormadan simidi sarıp uzatıyor, iki yıldır simit alıyorum amcadan, galiba alışkanlıklarımı bozmuyorum ben. İşe hep geç kalıyorum, ortalama bir saat kadar. Esnek çalışma saati demişlerdi ondan olabilir, bilmiyorum. İşe gidince simidi kemiriyorum, hiç bitiremedim daha o simidi. Arada gazetelere göz atıp küfür ediyorum ülkenin durumuna. Sonra sıkılıp, haber sitelerinin en gözde kısımları haline gelmiş galerine tıklıyorum. Güzel kızlara falan bakıyorum. Bir saati öldürüyorum böle işin, sonra çıkıp bir sigara daha içiyorum. Çalışmaya başlıyorum zor bela, zira işler hiç bitmiyor, müşteriler arayıp yeni şeyler istiyorlar sürekli, yaparız ya diyip geçiştiriyorum artık çünkü her şeye yaparım deyince işin altından çıkılmayacağını anladım. Bazı günler hiç çalışmıyorum gerçi, facebook, twitter,myspace ne kadar üye olduğum site varsa geziyorum. İçimden gelmiyor çalışmak, bazen de tuvalete gidemiyorsun yoğunluktan orası ayrı mevzu. Bazen müşteriler çok uzun konuşuyorlar telefonda bitiyorum, bir keresinde kırk beş dakika falan bir şeyler anlattı biri, yarısından fazlasını dinlemedim haliyle, zaten dikkatimi on dakikadan fazla veremiyorum ben hiçbir şeye. Bilirsiniz böle mal gibi dalar giderim ya yanınızda öyle işte. Adama anladım, birde bunları mail olarak atarsanız sevinirim diyip kapattım telefonu. O günden sonra hep öyle yaptım, uzatırlarsa dinlemiyorum, bitirince mail atar mısınız diyip kapatıyorum.


En güzel zaman öğle yemeği zamanı benim için, arkadaşlarla çıkmamışsam bir parka gidiyorum. Çocukları izliyorum, huzur veriyor bana. Seviyorum çocukları. Öğleden sonrası da sabahtan farksız işte, büyük kısmı çalışmaya çalışmakla geçiyor zamanın. Sürekli hayaller kurup gaz veriyorum kendime. Acil bir iş yoksa normal saatte çıkıyorum işten, metrobüse yürüyorum, eğer o gün çekilen bir şans oyunu varsa üç yıldır oynadığım tek kolonu oynuyorum. Bir kere üç tuttu ona da baya bir içerdeyim yani. Metrobüste dönüş sabahkiyle aynı aşağı yukarı. Dolmuşta bu kez kitap okuyorum uykum olmadığı için. Eve gelince bir şeyler atıştırıyorum, galiba öğle yemekleri olmasa ölürüm ben. Akşamları da bir şey yemiyorum. Sonra bilgisayarı açıp başında mal gibi oturuyorum genelde, hiç bir şey yapmadan saatlerce oturduğum oluyor. Çok sıkılırsam dizi izliyorum, komedi dizisi, ben odun olduğum için birilerinin komik olmasına ihtiyaç duyuyorum haliyle. Bazen de erken gelmişsem film izliyorum. Komedi filmleri favorilerim yine. Korku filmlerini hiç sevmem, polisiyeleri de, hele abdnin dünyayı kurtardığı filmlerden nefret ediyorum. Yılda senede bir oyun oynuyorum, zamanında bokunu çıkardığım için artık oyunda oynayamıyorum gerçi. Ama genelde sadece internet başında boş boş oturuyorum, blog falan okuyup sigara içiyorum. Saat 2 gibi de gözlerim yoruluyor zıbarmaya gidiyorum. Yatakta uyumak için debelendiğim o bir saati seviyorum. Bütün güzel fikirler o saatte geliyor aklıma, güzel sözler falan, hatta bazen espri falan da yapıyorum kendi kendime, gülüyorum. Sonra sızıyorum. Eminim güzel, bol atraksiyonlu rüyalar görüyorumdur ama hatırlamıyorum çoğunu. Sonra alarm çalıyor, erteliyorum sürekli ...


H.Ali Söyler

11.07.2010

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Nerde Kaldın Melisa?

Özledim seni Melisa, bilirsin küçük bir çocuk daha ruhum ve yalnız kalınca korkuyorum. Senin mavi gözlerin olmadan hava hep kapalı, özlemle karışık sağanak hüzün yağıyor odamıza. Cama kafa atan sinekler gibi hayaline çarpıyorum her an. Umudumu yitiriyorum sen yokken Melisa, bana sarılıp “yapabilirsin” demeni özlüyorum. Yemek yemeyi bile unutuyorum sen yokken, zaten sen olsan acıktığımda öperdin beni biliyorum, doyururdu dudakların ruhumu.

Sen olmasan hiç sevmezdim kendimi Melisa, sıkardım kafama karanlık bir sokakta belki. Çünkü kimse senin gibi sevmiyor beni. Sen ki en çirkin en çirkef halimle sevdin beni ve öyle bir seviyorsun ki bir bok sanıyorum kendimi. Bende seni seviyorum Melisa. Her şeyini seviyorum hem de, dudaklarını, burnunu, saçlarını, kıvrılan belini, her yerini yani en çok da gözlerini seviyorum. Beni dinlerken kafa sallayışını seviyorum, ince zekânı seviyorum, esprilerini, gülüşünü, saçmalasam da ki sık sık yapıyorum bunu sonuna kadar dinlemeni, düşünüp tezimi çürütmeni seviyorum. Oto boka kavga edip, beş dakika sonra hiç bir şey olmamış gibi sevişmemizi seviyorum. Çıkmayalım bugün yataktan, gitmeyelim işe dediğimde, gülümseyip üstüme atlamanı seviyorum. Uyurken seni izlemeyi, nefes alış verişini saymayı seviyorum, ortalama on beş dakikada. En çok da hayallerimi desteklemeni seviyorum Melisa. Sen olmasan ne yaparım bilmiyorum, düşünemiyorum düşünmekte istemiyorum bu ihtimali.


Keşke bende seninle markete kadar gelseydim diye hayıflanıyorum şimdi, ama seni beklemeyi de seviyorum galiba. Çünkü sen kapıyı her çalışında Melisa, içimi öyle bir sevinç kaplıyor ki o dipsiz evreni avucunun içine alır. İşmiş, patronmuş, kariyermiş, paraymış, dünyaymış, düzenmiş hiçbir şey umurumda değil biliyor musun? Sen yanımda ol ve bana öyle mavi mavi bak yeter Melisa, unuturum her şeyi.


İki bira alıp geleceğim dedin Melisa on dakika oldu be, pöööööf :(


Haci Ali Söyler

03/07/2010