14 Eylül 2008 Pazar

Ergen İsyanı


Çekin elinizi üzerimden ruhsuz orospular kirletmeyin daha fazla beni, artık kimse inandıramaz bana! Boşuna arıyorum biliyorum, hem ben aramayı seviyorum lan, belki de bulmak istemiyorum... Çoğu zaman kulaklarımda bir ayrılık şarkısı çınlıyor bir gün dayanamayıp evlada demekten korkuyorum hayata ama sonra kızıyorum “ulan hayat becereceğim ananı” diyorum, çok daha kötü sözler geliyor dilimin ucuna yutuyorum ama… Kaçta defa niyetlendim çekip gitmeye ama beceremedim, ne gidebildim ne kalabildim en çok koyan da arada kalmak galiba :( Ait olamamak hiçbir yere…

Nasıl mı öleceğim,

Yazın en sıcak gününde K1’e tırmanacağım yanımda bir şişe viski, bir büyük şırınga eroin, bir jilet, bir kutu ilaç insanı mal edeninden, bir şişe benzin ve bir altı patlarla. Oturacağım kenarına yüksek bir uçurumun. Küfür edilecek herkese küfür edeceğim içimde kalan, isyan edip rahatlayacağım, sonra tövbe ederim belki bilmiyorum. Önce benzini dökeceğim başımdan aşağıya,sonra eroini vuracağım damardan,ardından bir kutu ilacı içeceğim, viskiyi becerebildiğim kadar fondipleyeceğim, hiç zaman kaybetmeden sol bileğimi keseceğim fazla derin olmadan çünkü çakmağı yakmam gerek sol elimle sağ elimde ise altı patlar içinde bir kurşun olacak. Çakmakla yakıp bedenimi bırakacağım kendimi sırt üstü boşluğa, bakamam korkarım belki yüksekten, süzülürken sırt üstü altı patlarla Rus ruleti oynayacağım dayalı şakağıma, kim bilir belki patlatırım beynimi. O hızda yere çakıldıktan sonra eğer sağlam kalırsa, kalbimi bağışlıyorum! Bu da benden kalan miras olsun. Belki birinin işine yarar :(

Nerden çıktı bu demeyin şimdi, düşünürüm hep bunu… Melankoli hastalık derler! Çok saçma kim ister melankoliyi, mutluluk varken mutlu olmak varken niye zehirler insan kendini. Hayır hayır hasta falan değilim eminin buna tanıyan bilir az çok. Lan peki içine ettiğimin hayatında kimseye bir kötülük etmedim kimse hakkında kötü düşünmedim, isteyerek kimseyi kırmadım, herkes gibi yaşadım lan işte niye mutlu olamadım hiç. Kendimi mi kandırıyorum yoksa anlayan varsa biri açıklasın şunu bana, ve şunu da cidden söyleyeyim içimdeki tüm iyi duygular can çekişiyor, hayata karşı kocaman bir nefret büyüyor içimde ve ben artık besliyorum bunu melankolimle.

Ha birde en sinir olduğum şey yalnız kalamamak, ben beni bildim bileli yalnızım lan, bırakın paylaşmayın yalnızlığımı, ben alıştım kendi yaralarımı sarmaya… Sormayın bana neyin var, demeyin de “sen yalnız değilsin” diye, yanaşmayın uzak durun yakınıma! Ben gelirim hem öyle olursa. Saygı gösterilsin yalnızlığa! Yalnızlara!

***
Yine yürüdüm uçurumun kıyısına
Mırıldanarak evlada şarkılarını
Son defa affettim yapılanları
Ama atamadım kendimi bağlamışlar bir parçamı
***

Hey kutup ayısı nerdesin abi, çölün ortasında değilim ama gel becer beni inan gücenmem buna :)
27-04-2007

27 Haziran 2008 Cuma

Bizim Delinin Vasiyeti

Bizim deliyi gördüm geçenlerde, sahile oturmuş bir şeyler karalıyor, “Napıon lan” dedim “ne yazıon?” “Vasiyetimi yazıom abi” dedi. Güldüm haliyle “Senin neyin var ki kime ne bırakıyon nan” dedim.. Yüzüme imalı imalı baktı, “sana da bir şeyler bırakmıştım ama bu lafından sonra ancak babayı alırsın” dedi. Hem üzüldüm hem meraklandım, iki saat yalvardım anca söyledi. Bana 20 tane naylon poşetiyle bir çuval gazoz kapağını bırakmış… Hayatımda bu kadar duygulandığımı hatırlamıyorum, utanmasam çocuklar gibi ağlayacaktım... Ne kadar ısrar etsem de okutmadı vasiyetini…

Dün işten dönerken her zamanki köşesinde yoktu bizim deli, sızmıştır herhalde bir yere dedim. Bir iki adım daha attımdı ki bizim elemanlar döndü köşeyi, hepsinin yüzünden düşen bin parça… “Noldu lan” dedim, yüzüme baktılar alık alık, hiçbiri cesaret edemiyordu konuşmaya, “Noldu a q delirtmeyin adamı” dedim, Fatih söyleyebildi ancak, gözleri doldu bir anda, ağlamaklı “bizim deliye araba çarpmış!” devam edemedi…

İşten izin aldım bugün, hastayım dedim patrona. Bizim deliyi defnettik. Defnederken gördük ki ne çok seveni varmış bizim delinin, mahallemizin neşe kaynağıymış meğer. Cenazesinde bile herkes gülüyordu, herkesin onla ilgili birkaç komik hatırası vardı mutlaka. Deliyi yıkayan imam cebinden bizim delinin kaleme aldığı vasiyetnamenin çıktığını söylediğinde de herkes gülmüştü. İmam bana uzatarak “Al sen oku” dedi. Yavaşça açtım vasiyetnamesini, “Yazısı da çok güzelmiş” dedi Fatih. Okumaya başladım;

“Selamun aleyküm inşallah, Süleyman anlattıydı geçen, ölmeden önce yazılıyormuş, geride kalanlara sahip olduklarını bırakmak için, öldükten sonraki isteklerini şeytmek için, benimde çok şeyim var! Bir gün ölürsem, buda benim vasiyetimdir… Ahanda şöyle; Şimdi içinizde, bu delinin neyi var ki hatta onu geç kimi var ki vasiyet yazmış diyenleriniz olacaktır, öle diyenlere Marmara da ki fay hattını münasip yerlerine sokmaları için bırakıyorum, bizim pısırık âşık Fatih’e, biri kışlık biri yazlık iki platonik aşkımı ve sevenlerimin kalbine kurduğum oturma grubumu, aşşa mahallenin delisi Kerim’e akşamları karıştırdığım dört çöplüğümü, camından maç izlenen sabahçı kahvesini, çalıp çalıp kaçtığım apartman zillerini, istediğini çalan pilsiz çalışan walkmanimi, hiç bitmeyen şarap şişemi bırakıyorum. Bana her gördüğünde cenneti anlatan imam efendiye Bitlis’te ki beş minareyi, ve cennette yaptırdığım tripleks villamı, haylaz Hasan’a mahallede benim boşluğumda oluşacak otorite boşluğunu doldurma hakkını, sokak maçlarında kullandığımız kale taşlarını, köse Kemal’e bütün saç, sakal, kıl ve tüylerimi, emekli Kerem amcaya benim çınarın gölgesini, don lastiği üreten fabrikanın öğlen üzeri yaslanıp sigara içtiğim mavi duvarını, sokak keratalarına uzaydaki üç daire dört üçgen beş dikdörtgenimi bırakıyorum. Gelelim can dostlarıma, Süleyman’ıma yalnızlığını paylaşsın diye gecelerimi, şiirlerini yazsın diye 0,5 rotring kalemimi, Özkan’ıma çalışmaktan, iş yollarında heder olmaktan sevdiği şeyleri yapmaya zamanı kalmadığı için ana babadan kalan yarısı yaşanmış ömrü, Feridun’uma parasızlıktan alamadığı gitar için üzerimde çıkan tüm parayı, ıslıkla da çalınan dört bestemi, Ali’me özenle sakladığım 20 naylon poşetimi(sakın boş sanmayın! İçleri hayallerimizle dolu) ve küçükken piç Sabri’den daha az gazoz kapağı olduğu için kaybettiği, çocukluk aşkını geri alması için topladığım bir çuval gazoz kapağını. Son olarak ta aylardır böbrek bekleyen, diyalize verecek parası kalmayan Deniz’ime böbreklerimi bağışlıyorum eğer uyuşmazsa satıp uyanını alın. Sanırım hepsi bu kadar. Umarım vasiyetimi okumadan beni gömmek gibi bir hıyarlık yapmamışsınızdır! Eğer öle bir bok yediyseniz organlar mundar olmadan çıkarın çabuk.”

Bir ay sonra Deniz’i ziyarete gittiğimde anlattım olanları, ben anlatırken ağlamaya başladı, uzun bir sessizlikten sonra konuşmaya başladı ”Korktuğum başıma geldi. Bende paranın kaynağını merak ediyordum. Bir ay önce parasızlıktan diyalize son kez alınmıştım, son günlerimi yaşadığımı düşünüyordum, artık her şeyden vazgeçmiş bir zavallıydım, beni o halimde tek güldürebilen bizim deliydi ve bana son sözü “Sen ölmeyeceksin Deniz’imdi.” devam edemedi.

Bu olay herkes gibi benimde hayatımı değiştirdi, şimdi ne zaman umutsuzluğa düşsem poşetlerimi açıyorum, hayallerimle, hayallerimizle kucaklaşıyorum ve bu ölene dek böyle olacak… 


PS: Mesut Üstündağ'ın Bir Delinin Mal Beyanı'ndan bazı maddeler kullanılmıştır :)

H.Ali Söyler
26.06.2008


7 Haziran 2008 Cumartesi

Cinayet Saati

Vuruyor yine faili meçhul cinayetler saati
Cesetler her yerde kalpleri hançerli
Mutlu ölen yok
Yüzlerinde anlaşılamamışlığın izleri

Ortalık kan gölü, kokmuş cesetleri
Sağanak acı bile yıkayamıyor caddeleri
Dayanamayan çok
Kimiyse alışmış kanla doldurup içiyor kadehini

Benimse akıyor kanım yaram ağır
Zihnim bulanık kulaklarımsa sağır
Umursayan da yok
Ben gidiyorum adım ister kalmaz ister kalır

16-04-2007
H.Ali Söyler

2 Haziran 2008 Pazartesi

Yıldız

Bir tohum düştü toprağa,
Sabaha karşı, cuma
Ve bir yıldız kaydı
Gökyüzünden karanlığa


Yıldızı gördü bir adam
Ağlamaklı, yaşlı adam
Bir dilek tuttu
Gözyaşlarını sildi,
Yutkundu!



Yıldızı gördü kadın
Gülümsedi.
Onu anlayan birini diledi
İçinden ‘Ne çok bekledim’ dedi.



Kayan yıldızı gördü bir gözlemci
Çok sevindi
Adeta onunla birlikte sürüklendi
Düştüğü yerde olmayı diledi.



Beyoğlu’nda bir tinerci
Uzanırken gözleri gökyüzünde
Bir yıldız gördü kayan
Çok şey vardı isteyecek,
Seçemedi!



Yıldızı farketti
Nöbet tutan bir asker
Göğsünden çıkardı resmi
‘Şafak 83’ dedi
Az kaldı bitti!



Sabaha karşı , cuma
Bir tohum düştü toprağa
Ve bir yıldız kaydı
Gökyüzünden karanlığa!
Görmedi
Tohumu eken!
 
H.Ali SÖYLER - Nisan 2005

30 Mayıs 2008 Cuma

Yolculuk

Ufukta şafak sökerken son bir kez baktı şehre, arkasında tüm sırlarını bilen tek dostu vardı. Gideceğini söylediği günden beri onu ikna etmek için didinmişti ama az önce yenilgisini kabullenmiş ve sessizce olacakları bekliyordu. O da şimdiye dek hep hüzün getirmiş diğerlerinden farksız şafağı izliyordu.

"Gidiyorum" dedi en sonunda heybesini sırtlarken, dostu ne kadar kabullenmek istemesede yanaklarından süzülen yaşlara teslim olmuştu bile. Çaresizce "Ama ama oraya giden kimse geri dönmedi" diyebildi. "Biliyorum" diye cevap verdi, anlatılan efsanelerle büyümüşlerdi ikisi de. Döndüğünde onun da ağladığını gördü. Hiç veda etmemişlerdi daha önce, sadece gözgöze geldiler ve yetti.
Üç gündür yürüyordu, içindeki karanlığa yaktığı son mumdu bu yolculuk, ve heybesinde çok az mumu vardı artık. "Neden" diye sormuştu dostu "neden intahar ediyorsun, bu bu resmen bir çılgınlık" diye çıkışmıştı? Ona sadece "Aramak" için demişti ve eklemişti gülerek "ölüler tekrar ölmez ki"

Uyandığında göz göze geldi, iki gündür olacakları biliyormuş gibi istifini bozmadan izliyordu onu. Son damla suyunu dün içmişti ve 3 gündür birşey yemiyordu. Çatlak dudaklarıyla gülümsedi "yinede isyan etmiyeceğim" dedi içinden yavaşca doğrulurken. Yön duygusunu tamamen yitirmişti, iki gündür seraplar görüyordu. Ölümü o kadar düşünmüşti ki bundan çok daha kötülerine razıydı.

Artık yürüyecek halde değildi son 2 saattir sürünüyordu ve hala bu uçsuz bucaksız çölün sonu gözükmüyordu. Artık gördüğü serapları umursamayacak kadar yorulmuştu. Son uykusuna dalacağı anı bekliyordu, içinden önceden söylemeyi düşündüğü şeyi geçirdi "mutlu mu ölüyorum?" Gözlerini kapatmıştı artık, son sorusuna sessizce cevap verdi içinden "en azından denedim"

Bir ses duygu sanki, son bir gayretle gözlerini açmayı başardığında bir kadın gördü ama gördüğü hiçbir seraba benzemiyordu bu. Karşısında duran adama baktı kadın, günlerdir gördüğü seraplardan değildi bu. İkiside aynı anda gülümsedi hiç bir şey konuşmaya gerek yoktu, gözlerinden süzülen yaşlar herşeyi anlatmaya yetiyordu.

Ama buna hiç kuşkusuz en çok akbaba sevinmişti. Sessizce ziyafetine doğru süzüldü.

09-01-2007

H.Ali Söyler

Kim Suçlu

Yelken açtım az önce korkularıma. Nasıl cesaret ettim bilmiyorum. Sadece bir an, göz kırptı sanki deniz. Deliyim ya çözdüm hemen düğümleri, bakmadım hava duruma, kontrol etmedim erzakı yeter mi yetmez mi? Umurumda da olmadı zaten, açtım yelkenlerimi, tam yol sürdüm karanlığa.

Ufuktaydı barış anlaşması, uçsuz bucaksız açılmıştı önümde. Yıllardır savaşan kalbim ilk defa başka bir sebepten çarpıyordu. Titrek ellerimle yavaşça aldım o yorgun yüreğin üzerinde taşıdığım kalemi. Okumadan imzaladım, ne yazdığı önemli değildi bitmeliydi bu anlamsız savaş.

Kafamı kaldırdığımda göz göze geldik yıllardır savaştığım acımasız komutanla , “Neden şimdi” dedim “Zamanı gelmişti” dedi. “Peki, ne içindi” dedim “Anlaman içindi” dedi “Hangi savaş anlamlı ki” dedim, güldü sonra ciddileşti birden, en düşman ses tonunu takındı “Savaşı başlatan sendin unuttun mu?”

Kulağımın dibine düşen şarapnel parçası uyandırdı beni, eriyen kar tanelerinin ıslattığı en öndeki siperde kimse sağ kalmamıştı saniyeler içinde, bir gece baskınıydı bu! Kendime geldiğimde emirler yağdırıyordum delice, bağırıyordum askerlerime “Bu savaşı bitirmek bizim elimizde”



3 Aralık 2007
H.Ali Söyler

Bir Şişe Yalnızlık 2

Yavaşça kapattı bavulunu, yanaklarından süzülen ılık katreler düştü üzerine. Bu kez kararlıydı, bırakıp gidecekti her şeyi, yenilmeyecekti gelgit düşüncelere. Buğulu gözlerle son kez baktı küçücük evine, unutacak bir şeyde yoktu.

Saatine baktı, çaresizliği vuruyordu yine, başka zaman olsa kurulur hüzün koltuğuna yalnızlığını içerdi sessizce. Derin bir nefes aldı karşı koymak için, üzerine abanan melankoliye, ama hemen pes etti, bilirdi gücünün yetmeyeceğini. Çıkarıp kadehini, doldurdu yalnızlığını, alışkanlığını da bozmadı, kattı gözyaşını çarpmasın diye.

Titreyen mum alevi dağıttı düşüncelerini, üşüyordu gene. Hayallerini yakarak ısınırdı eskiden ama bu kez kıyamadı, “başka neyimiz var ki hayallerden” dedi kendi kendine. “Seni aciz korkak” diye mırıldandı, güldü sonra “ Ulan it bir kere de ayağa kalk savaş be” diye kızdı kendine.
Kadehini tekrar koydu bavuluna, artık gitme vakti gelmişti. An, “Ya zafer ya ölüm” deyip gemileri yakma anıydı. Kendini o büyük kumandanın yerine koydu, güldü haline. Hep bir deli olmayı isterdi, “ Her şeyi yapsam da gülüp geçseler, yargılamasalar beni, sonra geberince de direk cennete hem de sorgusuz sualsiz, şanslı piçler” derdi.

Heybesini sırtlanıp yollara düşen dervişler gibi aldı eline bavulunu arkasına bakmaya korktu, usulca açtı kapıyı, titreyen ayağıyla attı ilk adımı yeni yaşamına… Ama kendini bir anda zifiri karanlık bir boşlukta düşerken buldu, hızla düşüyordu, hiçbir elin uzanamayacağını bildiği için yardımda istemedi. Yere çakıldığını an uyandı, yine sızmıştı hüzün koltuğunda ve yine aynı rüya uyandırmıştı.

30/08/2007 Ankara Polatlı

29 Mayıs 2008 Perşembe

Bir Şişe Yalnızlık

Sessizce açtı kapıyı, aralandı karanlık oda. Bekledi eşikte biraz, ardı sıra giren çaresizliğini. Elindeyse bir şişe yalnızlık vardı yine, her zamankinden. Ayaklarını sürüyerek girdi, hayalleriyle paylaştığı evine.

Kendi eliyle girdiği bataklıkta, biraz daha batacağını bile bile çıkmıştı bu sabahta evinden, anlamıştı bırakmıştı çırpınmayı ve ders olmuştu bağırırken yuttuğu boklar, yardım da istemez olmuştu artık kimseden.

Bazen hiçliği bazen de çaresizliği ona eşlik etseler de, genelde sessizce kalkar, akşamdan kalma rüyalarıyla karnını doyurur ve tek başına çıkardı evden. Acıya o kadar alışmıştı ki bünyesi, artık sadistlere satıyordu kendini, böyle kazanır olmuştu ekmek parasını ve zorda olsa bugünde çıkarmıştı bir şişe yalnızlığını.

Yarım kalmış son mumu yakarken mırıldandı kendi kendine “asıl içimdeki karanlığı aydınlatacak bir ışık olsa”. Sevmezdi ışığı, korkardı çünkü görmeğe gerçekleri. Kadehini aldı yerden diğer eline de bir şişe yalnızlığı. Kuruldu hüzün koltuğuna, yaslandı ve içten bir küfürle kovdu aklına hücum eden cevapsız soruları, elindeki şişeye sevgiyle bakarak “ulan meret o kadar alıştırdın ki kendini bırakamıyor insan be” dedi doldururken kadehini. Nicedir katardı akan gözyaşlarını çok çarpmasın diye, bozmadı âdetini. Yalnızlığı içti yavaş yavaş, gene sarhoş oldu. Titrerken mumum son aleviyle beraber, hayallerini tutuşturdu ısınmak için :( Sızarken mırıldandı sessizce “başka neyimiz var ki hayallerden!“

****

İçtim yalnızlığımı sarhoşum bu gece,
Gözyaşımı da kattım çarpmasın diye,
Titrerken karanlığıma yaktığım son mum,
Yaktım tüm hayallerimi de...
****
27/03/2007 00:28

Evolution Completed!

Alışmışım sessiz çığlıklar atmaya bazen kıçımı yırtıyorum, nan diyorum niye kimse beni duymuyor :) sonradan dank ediyor… İnsan istemese de büyüyor işte, bende garip bir yaratık oldum çıktım, acıyla besleniyorum artık evrimimi tamamladım, içmeden de sarhoş olabiliyorum mesela… Yükselmeden uçabiliyor, uyumadan rüya görebiliyorum… Dedim ya acayip bir şey oldum ben :)

Kendim yazıp kendim oynuyorum, yönetmende benim başrolde :) iyi de olsam kötü de olsam hep ben kazanıyorum filmin sonunda haha :p Hayat da öyle olsa keşke :)

İnsan hep iyi olmaktan sıkılıyor yaf bazen kötüde olmak lazım :) Onu hiç gösterememiş olsam da içimde hep bir asi yaşar benim, özellikle kendi toplumumun aptal değer yargılarını törpülemek için yanıp tutuşurum ama bir bakıyorum o törpü sadece bana girmiş :) düzeltebileceğim yanlışlıkları bile kabullenmişim.. Ama hayallerimde böyle değil işte kodum mu oturturum kimse bana ebidik gubidik edemez hayallerimde… Heeeeeeeyt sinirlerim kalktı bak gene, gerçi ne zaman sinirlensem çatacak birini bulamam ya da kıyamam kimseye kendimi döverim ben, evet evet kendimi döverim… Benim birine sesimi yükselttiğimi gören var mı? Yok tabi çünkü kendimi dövüp rahatlarım ben :P

Hayallerle yaşamak güzel bir şey, acı da çeksem, aptal hayallerde kursam bir şekilde mutlu ediyorum kendimi ama işte gel gör ki gerçek hayata döndüğümde afallayıp kalıyorum nan… Anlamsız koşuşturmalar fazla zaman bırakmıyor zaten bize kalan o azıcık zamanda da kararsızlığın pençesinde kıvranıyorum :| bir şeyler dinliyorum evet diyorum ben müzisyenim işi gücü bırak sabahtan akşama kadar müzikle uğraş lan işte diyorum, film izliyorum aklıma manyak senaryolar geliyor nan diyorum al bir kamera film çek işte, haberleri izliyorum ulan alayınızın diyorum gir siyasete dağıt ortalığı, maç izliyorum ulan diyorum öle mi geçilir o adam niye bıraktın ki futbolu diye kızıyorum kendime, bir fotoğraf görüyorum nan diyorum ben olsam şöyle çekerdim dua edin iyi bir makinem yok diyorum, kitap okuyorum hah işte diyorum yazmalıyım bende, beynimdeki bu sancıları doğurmalıyım sayfalara, kaç git anasını satım bir dağın başına çobanlık yap diyorum kendime akşama kadar kitap oku sayfalarca karala, bilgisayara oturuyorum ulan diyorum ben bunun eğitimini aldım ağlatırım bu makineyi öyle programlar yazarım ki Bill Gates bokunu yutmuş kaza döner diyorum.. Diyorum Allah diyorum sonra o bana kalan azıcık zamanda bitiyor işte böyle :) Payda ben paydada o kadar çok şey var ki, bir bölüyorsun= değeri bir bok etmiyor :)

Bakmayın böle atıp tuttuğuma, bende biliyorum gerçekleri hayatın kimseyle bir alıp veremediği yok. Tek derdim odaklanamamak galiba birazda korkağım evet :) Tutunamadım hiçbir şeye ve hep öyle olmasından mı ürküyorum ne :) Keşke hayal kuranlara da para verseler, FakFukFon gibi HayKurFon da olsa, buradan yetkililere sesleniyorum derhal böyle bir fon kurulsun :| ahh ah bir elimizden tutsalar var ya :)

Payı gibiyim
Payda da ∞
Umut / ∞
∞ / ben !!!
(eski bir şiirimden alıntı)

H.Ali Söyler 11.02.2008

Çelişigüzel Dışavurumlar

Sonun başlangıcı başladığında, anlamaz insan sona geldiğini, zaten üzerinde de durmamak lazım. Akan suyun önüne geçilir ama geçmemekte fayda vardır, ıslanırsın bir kere, yorulursun kardeşim. Yok dersen ki enerjimi harcayacak başka yerim yok, geç tamam ama bırak da aksın lan, su bu. O yüzden dizginleri de sevmem ben, ne zaman ata binsem çıkarırım dizginleri, eğere de gerek yok. Ne demek yani benim haddime mi ata yol göstermek, o canı nere isterse götürsün beni, isterse sıkıldıysa atsın üstünden, başka birini alsın, gücenmem darılmam, at sonuçta bu, asil hayvan bir kere.

Ben bi de sessiz çığlıkları severim, çığlık dediğin öyle olmalı kardeşim, bağırmasını bilmeyen adama adam demem ben, bağırdı mı kendi bile duracak. Bir de içine atanlar var, ata ata yer kalmamış, geçen biri geldi abi dedi “-hani şu çöp arabalarının arkasında bir mekanizma var ya” dedi “-hee” dedim “onlardan bana da bir tane yaptırsak ya” dedi. Ne mi dedim hiçbir şey, kafa çalışıyor adamın, ben düşünen adamı severim, düşündüğünü de söyleyeni daha fazla severim. Sarıldım öptüm.

İlişkileri de bir türlü ilişkilendiremiyorum ben, her kızın bir beyaz atlı prens sandığı biri var, olmayan görmedim, lakin atın üstündeki prens mi, rol mü yapıyor bilemiyorum, atın beyaz olup olmadığı konusunda da çok ciddi şüphelerim var. Ya at bulamayan garipler ne yapsın, yüreğinde aslan yatanları gördüm ama at bulamıyorlar at. Bir de ata eğersiz dizginsiz binenler var. Bazen durmak istiyor duramıyorlar, artı kimse dizginsiz ata binen birinin önüne çıkmak istemez, hele üstünde hipodrom kaçkını kılıklı bir jokey varsa. Ben hiç jokeylere karizma dendiğini duymadım, duyan var mı? Niye acaba ¿

Bugün 27 Ekim, en sevdiğim değer verdiğim insanlardan birinin doğum günü, buna binaen dostluktan girip bir yerlerden çıkmak isteği istedim bir an. Radyoyu kurcalarken bir dalga yakalar ya insan, hele yakaladığı sevdiği bir şarkıysa, işte o zaman merak ederim acaba başka kim şu anda bu frekansta, kim benim gibi eşlik ediyor şarkıya. Şanslı bir adamım buldum birkaç tane ;) Arabanın farları gibidir dostluk yan yana, önündeki karanlığı aydınlatır, bazen bozulsa teki ya da oksitlense bağlantı noktaları, zayıflasa ışığı diğerinin aydınlığı yeter ikisine. Ama karşı cins öylemi be kardeşim, sen ışığı önüne tutarsın değer verirsin, o gözüne tutar. Sen değer verdikçe, o açar uzunları görme diye, sonra kapatır kontağı bir bakarsın, beyaz at üzerinde bir prens şaha kalkmış nah çekiyor sana. Güler misin ağlar mısın? Ben ikisini aynı anda yaparım. Ama gülerken mi ağlıyorum ağlarken mi gülüyorum bilmiyorum. (Bu arada iyi ki doğdun lan Can!). Yaşta 23 oldu abi. Daha seramik çevirme sanatını öğreneceğim.


27 Ekim 2006

Neye Baktın

Bir taş gibi yuvarlandım karanlık boşluğa, neye çarptığımı hiç bilmeden açmadan gözlerimi. Son bir darbe ve gürültüyle durdum dipteydim en dipte herhalde, en dip diye bir yer varsa.
Kıpırdamaya korktum açamadım gözlerimi. Sessizce bekledim sanki biri beni bulacak, hem belki biri daha düşmüştür, düşmüştür belki de oda korkusundan sesini çıkarmıyordur. Her yeri acısa da, acınacak halde olsa da yardım edin diyemiyordur belki. Biri daha vardır belki bu en dipte, yardım istemeden beni duyacak, konuşmadan her şeyi anlayacak. Belki de açmıştır gözlerini bana bakıyordur, nasıl ümitleniyorum(!) muhtemelen kaçmıştır, ürkmüştür benden. Hem yalnızlığı sevmese ne işi var ki burada, ne diye atsın ki kendini bu sonsuz zifiri boşluğa. Hatta küfür bile etmiştir bana bozduğum için yalnızlığını. Kızmıştır, “yalnızlık paylaşılmaz laaan” demiştir belki bilmem kaçıncı kez.
En dipteyken bile yalnız kalamamak herhalde benim korkumda, ondan mı açmıyorum gözlerimi? Gerçeklerle yüzleşemediğim için atmadım mı zaten kendimi, korktuğum için yüzleşmekten. Açmayacağım lan işte git başımdan!