30 Ekim 2009 Cuma

Kefen Yırtan

Benzer düşünce yapısına sahip, ortak zevkleri olan, kelimelere ihtiyaç duymadan bile birbirini anlayan ve genelde aynı ırkların arasında oluşan bir kavram dostluk. Bu yüzden size anlatacağım hikâye biraz tuhaf gelebilir. Bir arı Gök, bir sinek Bokoko, bir sivrisinek Jameloggo ile henüz bir adı olmayan kelebeğin hikâyesi bu.

Gök’ten başlayalım. Gök bir haberci arı, göreviyse basit. Sabah kalktığında çevredeki polen merkezlerini bulmak ve kovanına dönüp taşıyıcı arılara yerini söylemek. İşi basit olsa da başarısız bir arı Gök ve bir arıya göre oldukça tembel. Her zaman yaptığı gibi, yine işten kaytarırken tanışmış parktaki çöpün etrafında dolaşan serseri Bokoko’yla. Bokoko her daim aç, en büyük özelliği bu. Haberci olmasından dolayı, parktaki bokların yerini iyi bilir Gök; kim nereye sıçmış, nerede henüz tüketilmemiş bir çöp var. Birkaç kez Bokoko’ya ziyafet çektirdikten sonra aralarından su sızmaz olmuş. Bu ilişkiden tek karlı çıkan Bokoko değil haliyle. Salaş, vurdumduymaz ve komik bir kişiliği var Bokoko’nun, onunla zaman geçirmek zevklidir bu yüzden. Birde ayyaş Jameloggo’muz var, garip bir sivrisinektir, herkesin kanını emmez Jameloggo, seçicidir. Favorisi sokakta sızmış ayyaşlardır, sarhoş kanını hiçbir şeye değişmeyeceğini söyler. Eğer bir eve girmişse şişman kadınlardır tercihi, hiçbir şey bulamazsa uyuz köpekleri emer. Bulanıktır kafası, ayyaştır, sürekli maceralarını anlatır, iyi de uydurur şerefsiz hakkını yememek lazım. Çok konuştuğu için sevmez kendi arkadaşları onu. Bu yüzden Gök’le Bokoko gibi, itiraz etmeden dinleyen iki dost bulduğu için şanslı sayar kendini. İşte bu üç kafadar her öğlen buluşup miskinlik yapar, boş boş konuşup akşamı ederler bir şekilde.

Güzel bir bahar günü, yine en son ayyaş Jameloggo geldi buluşmaya. “Ne haber moruklar, ne gördüm hadi tahmin edin?” dedi pis pis sırıtarak. Bokoko atladı hemen “Seviş(emey)en iki ayyaş mı?” anlatılmadan gülmeye başlayarak, Gök tahmin etti “Parkta düzüşen iki liseli mi?”. Sırıtmaya devam eden Jameloggo “Sizinde aklınız şeyinizde be olum, daha naif bir şey, hadi çalıştırın saksıları”. Bokoko girdi araya “Boka basan bir teyze mi gördün? Ziyan oldu di mi nan güzelim bok?”, Gök tekrar denedi şansını “Hmm, intihar etmeden önce son bir kez otuz bir çekmeye niyetlenip, eli şeyinde kalp krizinden ölen ezik bir ayyaş mı?” hep beraber güldüler buna. Jameloggo “İyi denemeydi moruk, tamam tamam söylüyorum hadi. Yolda gelirken ağlayan bir kelebek gördüm! Hehe, benim kafa bir milyon tabi, durup sormadım haliyle. Çok ilgimi çekti ama hiç ağlayan bir kelebek görmemiştim, düşünsene moruk, daha gözyaşının tuzlu olduğunu öğrenemeden geberip gidiyorlar. Ne kadar ironik di mi?”. Bokoko kesti sözünü “Yine o şarapçı filozof züppeyi emdin di mi seni göt, hadi sen daha fazla zırvalamadan götür bizi oraya, bugünkü eğlencemiz çıktı bile”. Böylece üç kafadar bana doğru yola çıktılar.

Bense bir papatyanın kenarına oturmuş, tepedeki güneşi izliyordum. Şimdiden ömrümün yarısı gitmişti bile. Adi örümcek, ben kozadan çıkar çıkmaz beni öldürmeye çalışmış, elinden kaçınca da arkamdan haykırmıştı. “Kaçma boşuna, zaten bu akşam öleceksin, geri zekâlı!” Keşke, ah keşke orada ölseydim. Güneş battıktan sonra öleceğim gerçeğini öğrendikten sonra, yarım günü bile zor etmiştim. İçimden hiçbir şey gelmiyordu, ne sürekli burnuma gelen güzel kokular dikkatimi çekiyor, ne rengârenk çiçekler istek uyandırıyordu. Oysa kozadayken çok farklı hayallerim vardı, kutsal bir görevim olduğu söylenmişti bana, önemli biriydim. Doğanın kaderi benim ellerimdeydi, görevimi yerine getirmeliydim mutlaka. Ama, ama hiç kimse bize o salak kozadan çıktıktan sonra bir gün içinde geberip gideceğimizi söylememişti. Bu gerçek ağır gelmişti bana, ben ölüp gittikten sonra kimin umurundaydı dünya. Oysa ben dünyayı keşfetmek, onu nasıl kurtardığımı görerek mutlu olmak istiyordum. Ben düşüncelerimle boğuşurken bu üç kafadar çıkageldi.

“Hey ne haber moruk? Ben Jameloggo ” dedi ağzı leş gibi kokan bir sivrisinek. “Ve ben Gök” dedi bir arı, ayağındaki bok kokusu burnu sızlatan bir sinek de “ Ve ben de Bokoko” diyerek takdim ettiler kendilerini. Jameloggo devam etti “Seni ağlarken gördüm sabah, kelebekler ağlamaz diye bilirim, nedir senin hikâyen?” diye sordu. Anlattım her şeyi. “Çok boktan bir durum, bunu öğrenmemeliydin” diye yorumladı arı. “Harbiden bok gibi” diye onayladı sivrisinek. Bokoka “Şu güzelim kelimeyi kullanmayın be, karnım aç zaten adi şerrolar” diyip güldürdü hepimizi. Sevdim üçünü de. Şu kısacık zaman diliminde konuşacak dostlarım olmuştu. Tüm günü benimle geçirdiler. Gök beni en güzel çiçeklere götürdü, karnımı doyurdum bir güzel. Sonra hep beraber o adi örümcekle dalga geçip intikamımı aldık. Taze bir köpek dışkısıyla karnını doyuran Bokoko’yla da dalga geçtik. Bokoko’nun karşı saldırısıyla arıların kendi bokunu yediklerini öğrendim. Her şey eğlenceliydi ve dostluğun verdiği özgüven iyi hissettiriyordu. Ama güneş yavaş yavaş batarken hüzünlenmiştim yine. Bunu fark eden Jameloggo anlatmaya başladı “Bir keresinde bir kelebekle düzüşmüştüm” duraksadı, Gök ve Bokoko birbirine bakıp sırıttılar ikisi de salladığını biliyordu, ama iyi sallıyordu şerefsiz. Devam etti “Gece olunca öleceğini bildiğim için üzülmüştüm, ilk defa bir kelebek düzmüştüm ve hoşuma gitmişti. Sonra aklıma bir fikir geldi, ona önce bu gece öleceğini açıkladım sonra yaşamak istiyorsa ne yapması gerektiğini.” Durdu ve diğerlerini süzdü Jameloggo. Tahmin bekliyordu. Ama benim ne sabrım nede zamanım vardı sordum ısrarla. Anlattı “Onu kozasına geri soktum ve günlerce besleyip düzdüm ” dedi Jameloggo. “Ama kanatları” diye atıldı Gök, “Onları da kıçına sokmuştur” diye yapıştırdı cevabı Bokoko. İlk başta saçma gelse de, kanatlarımı kaybedecek olsam da kozanın içinde geceyi ölmeden atlatabilirdim. “Tamam, kabul” dedim. Akşam olmadan kozamı Bokoko’nun yaşadığı yaşlı çınarın koğuğuna taşıdık. Güneş batmıştı, üşümeye başladığımda kanatlarımı kırıp beni kozaya yerleştirdiler ve bana şans dileyerek gittiler.

Ertesi sabah güneşin sıcaklığını hissettim gözlerimi açtığımda, ölmemiştim. Bir mucizeydi belki ama ölmemiştim işte. Gök besledi beni sonraki günlerce, öğlen buluşmalarını benim yanımda yapar oldular, birçok şey öğrendim onlardan hayat ve dünya hakkında. “Kefenyırtan” dediler adıma, dünyanın en uzun yaşayan kelebeği olmuştum. Ve kış gelip hepimiz geberene kadar, mutlu yaşadık.

29.10.2009
Haci Ali Söyler
İstanbul/Bahçelievler

Hiç yorum yok: