3 Eylül 2009 Perşembe

Bir Baba, Bir Anne ve Bir Çocuk

Erkekler ağlamaz derler, derlerde inanmayın siz. Evet belki sıcak katreler süzülmüyor yanaklarımdan ama inanın içimde kocaman bir okyanus var şuan. İki tane kocaman akarsu besliyor hala, hem de yaz kış. Şahidim, kurumadı en şiddetli sıcaklarda bile. Daha sekiz dokuz yaşlarındayken oluşan, bu debisi yüksek iki akarsu, beraberinde taşıdığı alüvyonlarla çok derin bir kanyonlar oluşturdu haliyle. Yapay metotlarla denedim doldurmayı, denemedim değil ama sonra doğanın gücünü idrak edip kendi haline bıraktım işte.

Anlayacağınız daha oyunlar oynayamadan, düşüp dizlerimi kanatmadan, anlamsız sokak kavgalarında küçük yumruklar yemeden çok çok önce öğrendim gözyaşlarının tuzlu olduğunu. Akranlarım dışarda neşeli çığlıklar atarken, ben anneme sarılıp daha niye ağladığını anlayamadan, onu teselli ederken buldum kendimi. Bende ağlardım bazen onunla, sonra bir gün, erkekler ağlamaz dendi bana, öyle ya, annem, o güzel insan bana emanetti, güçlü olmalıydım! Erkektim sonuçta ve en büyük çocuktum. Sorumsuz bir erkeğin açtığı yaraları ancak başka bir erkek düzeltebilirdi değil mi?

Daha aşık olamadan, sevginin ne olduğunu bilemeden, aldatıldım bende annemle. O yaşlarda soğudum ilişkilerden. O yaşlarda korktum evlenmekten. Annem hergün üzülürken, hergün onuru incinirken gülemezdim, çıkıp oyunlar oynayamazdım, çocuk olamazdım ki. Sonra o akşamlar var, sessiz yenen yemekler, konuşulmayan bir aile de çocuk olmak ne zordur bilir misiniz? Sevgi kelimesinin aile lugatında olmadığı, herkesin kendi halinde olduğu ama her fırsatta seni bir yetişkin gibi köşeye çekip, senin baban böyle,senin annen şöyle diye anlamsız nutuklar yediniz mi hiç? Sevdiğiniz iki insanın hergün birbirini nasıl kırdığına şahit olup sustunuz mu hiç? Evet ben bu yüzden sessizim işte, bana niye konuşmuyorsun diye sorarlardı eskiden. Ben konuşturulmadım ki, bir çocuk gibi sorular sorup, hayal gücümle kucaklaşamadım ki hiç. Hala izleri var üzerimde.

Büyüdüm işte böyle, lise bittiğinde evde durum aynıydı, babam eve dönmüş ama üvey kardeş bahanesiyle ilişkisine devam ediyordu. Bu şekilde geçen on yıl boyunca doğru işler yapmadı da değil annem. Bir ara ayrıldı babamdan mesela, ne sevinmiştim, korkumuyor değildim yeni bir babadan ama annem mutlu olacaksa ona bile razıydım. Ayrılırken kocaman bir hata yaptı annem, çocukları yem olarak kullandı. Kardeşlerimi yanına alırken beni babama verdi. Evet koca bir yıl üvey annemle yaşadım. O bir yıl boyunca babamdan nefret ettim. Annemi aldattığı, hemde çocuğuna hamileyken aldattığı o kadın, üçüncü sınıf bir afişteden başka bir şey değildi. Zaten babam iflas ettiğinde ilk kaçanda o oldu. O zaman algıladım işte, kadınların çoğu sadece paraya, erkeklerin çoğuda sadece yatak zevkine yenik. Annemle babam ayrıyken bok var gibi kolumu kırdım. Uzun zamandır ayrı olan çift hastanede buluştu mecburiyetten. Narkozlu kafayla amaliyathaneden çıktığımda sordu babam, ilgilenirmiş gibi yaparak! “Olum var mı bir isteğin? Söyle hemen alayım”. İşte orada hayatımın en büyük hatalarından birini yaptım, çocuk aklıyla “Birleşin baba” dedim. Birleştilerde. İstanbula taşındık yeni bir başlangıç için. Ama iradesiz babam huyundan vazgeçemedi. Yine aldattı. Hep haklıydı babam(!) öyle bir anlatırdı ki annem dünyanın en kötü kadınıydı sanki. Yerinde ben olsam, bende aldatırmışım, öyle derdi hep. Nefret ettim ilişkilerden babam yüzünden, birde utanmadan takılırdı, baban bu kadar çapkın sen niye böylesin(!), niye hiç ona çekmemişim.

İmdadıma üniversite yetişti sonra, güzel bir puan almıştım, İstanbul’da ve etraftaki yakın illerde çoğu yere girebiliyordum. İşte o an hayatımın en doğru kararlarından birini alarak, sırf onlardan uzak olabilmek için Kayseri’yi yazdım. Kayıt olmaya bile tek başıma gittim. İnanın bana, mübalağa etmiyorum, 18 yaşında ilk defa yaşadığımı hissettim ben. Çok güzel bir üniversite hayatım oldu. Kendimi keşfettim, neyi sevip neyi sevmediğimi buldum. Tam bir balık burcu olduğumu, sanata olan düşkünlüğümü farkettim. İlk defa bir kızla ilişkim oldu, elime yüzüme bulaştırdım acemilikten ama olsun oldu işte. Kim olduğumu keşfettim ama çok geç oldu haliyle, 22 yaşında başlayabildim ancak müziğe, yazmaya, para kazanmaya başladıktan sonra alabildim ilk fotoğraf makinemi. Belki normal bir ailede büyümüş olsam bu yeteneklerim desteklenmiş olsaydı, şuan çokda severek yapmadığım bu işte çalışıyor olmazdım. Mutlu olacağım bir hayatım olurdu belki de. Hayallerimi, yalnızca yakıp ısınmak için kullanmazdım eminim.
Yaşadıklarımdan çıkardığım sonuç ise ilişkilerime yansıyor haliyle, ebeveynlerin bir çocuğun hayatında ki rolü ve sorumluğu öylesine korkuttu ki beni, iki ilişkimi sırf evlenme lafı geçti diye anında bitirdim. Bırakında ben karar vereyim ona, erkekler zaten korkar evlilikten ben ise çok korkuyorum.

Babama dönersek tekrar, hiç değişmedi adam. Hala çapkınlık peşinde, birde kişilik bozukluğu var maalesef. Hiçbir zaman suçlu değil, o hep melek, öyle kalacak, suçlu hep biziz. Ortaokuldan beri, hep içimde bir yerlerde saklı kalan bir türlü beceremediğim bir kaçıp gitme, herşeyi terketme dürtüsü var. Ciddi ciddi yurt dışına kaçmak yalnız olmak istiyordum, hala da istiyorum. Ama hiç bırakıp gidemedim annemi. Neyse babama odaklanırsak, annemle evlenmesinin tek nedini para olduğu kendisi de itiraf etmişti zaten, ben işe başladıktan sonra bana ve kardeşime de aynı gözle bakınca, annemin acısını bir kez daha derinden hissettim. Ve benim yapamadığımı babam yaptı. Üniversiteden aldığım kredilerin geri ödemesi başlayınca, babama para veremediğim ilk ay anneme, “Para vermeyecekse siktirsin gitsin” demiş. İlk defa babamın söylediği birşeyden mutlu oldum diyebilirim. Tamda son doğum günüm arefesine denk geldi. Bende Beyoğlun’da istiklal üzerinde bir stüdyo daireye tutarak kendime ilk defa bir doğum günü hediyesi aldım. 26 yaşındaydım ve ilk defa yalnızdım. Mutluydum. Artık hayallerimle, düşüncelerimle sıkı sıkı kucaklaşabilecektim. Beynimde beni kemiren kitabıma başlayabilecektim artık. Ama işler istediğim gibi gitmedi pek, benim evden ayrılmamla babam önce kardeşimle kavga etti, sonra annem üzerinde ki haksız baskısını artırdı, aklım yine evde kaldı. Birde iş yerimde ki arkadaşımın askere gitmesiyle iki kişilik işi tek başına yapmanın stresi binince omuzlarıma, 6 aylık yalnızlık maceram pek huzurlu geçmedi. Ama mutluydum,yalnızdım..

Bugün ilk yalnızlık denememin son günü :( , eve dönüyorum yarın. Babam diğer afiştenin yanındaki 3 aylık tatilinden döndükten sonra, annemi dövmeye çalışarak son damlayı taşırdı. Annem en sonunda boşanma dilekçesini verdi mahkemeye. 50 yaşında 30 yıllık mutsuz bir evliliği en sonunda bitirmeye karar verdi. Çok geçte olsa onun adına mutluyum. Bende yeniden annemin yanında olmak için, birazcık mutlu olsun diye, yine kendi mutluğumdan feragat ederek eve dönüyorum. Hayırlısıyla boşandıracam ikisini.. Sonra belki tekrar düşerim hayallerimin peşine. Çok beklediler biliyorum, ama elimden bir şey gelmiyor şuan. Birazcık daha sıksınlar dişlerini, ölmezsem kavuşacam onlara bir gün.

H.Ali Söyler
03.09.2009
Beyoğlu/İstanbul

Hiç yorum yok: