26 Nisan 2011 Salı

Yalnızlık Ömür Boyu

Evden çıkmıyorum bugünlerde, sigara ya da bira almak için çıkıyorum bakkala bazen, tabi gönderecek bir zavallı bulamazsam. Kimseyle konuşmak gelmiyor içimden. Gecenin geç saatlerini tercih ediyorum çıkacaksam da, bir tanıdık görüp iki kelam etmekten korkuyorum çünkü.

Saat 02:00 gibi çıktım yine, kapının yanına tünemiş Sırdaş’ı görünce sinirlensem de belli etmedim. Belli ki beni bekliyordu, görünce ayağa kalktı zira. “Seni bekliyordum abi” dedi.  Görmemişlikten gelip o saatte açık benzinliğe doğru yollanırken ben, cebinden çıkardığı iki paket kırmızı Winston’u uzatıp “Abi azıcık konuşabilir miyiz?” dedi.  Merdivenlere oturup yaktım sigaralardan birini. “Abi ben âşık oldum galiba” dedi. “Galiba diyorsan âşık değilsin geri zekâlı, saçmalama” dedim.  “Ne olduğunu anlayamadığımdan galiba diyorum abi”. “Anlayacak bir bok da yok zaten, din gibi bu meret, nasıl seni hayal kırıklığına uğratmayacak bir tanrıya ihtiyaç duyuyorsan, onun gibi bir şey bu da. Yalnız kalmayı beceremeyecek kadar korkak insanların uydurduğu bir şey. Bir nevi tanrı yani. Bütün dinler gibi dogmatiktir aşkta, biraz düşünürsen saçma olduğunu anlarsın sende”. “Ama abi, senin Melisa’n var? Aşk değil mi yani o?” “Sokturtma lan Melisa’na! Bilmiyon mu sanki hayal olduğunu. Yok öyle bir dünya sinirlendirme beni”. “Ama güzel bir duygu değil mi bu şimdi, uyuyamıyorum geceleri abi. Onu düşünmek bile mutlu ediyor beni. Hiç olmadığım biri oluyorum onu hayal ederken”. “Bak Sırdaş severim seni ama ancak hayal edebiliriz biz, böyleyiz. Kimseden bir şey bekleme, insan dediğin varlık, başkasının hayallerine değer vermez asla. Hiçbir hatunun sikinde olmaz senin saçma hayallerin. Zaten bu boktan duygu karşılıklı olmalı, ama olmaz hiçbir zaman, olmayacakta. En azından bizim için olmayacak. Senin bu yanılsamalarını bende yaşadım, eğer gerçek bir duygu olsaydı bu, gecenin ikisinde benim gibi bir salakla konuşuyor olmazdın. Onun yanında ve sevişiyor olurdun şuan.” “Ama abi her şey sevişmek değil ki?”  “Ohoooooooo Sırdaş, senin için en başından başlamak lazım, evren bir toz bulutuydu…” “Abi dalga geçme ya”. “Ne demek her şey sevişmek değil lan, bırak insanoğlunu tabiata bak mesela. Sen hiç dişi bir aslanın romantik, duygusal diye başka bir aslana verdiğini gördün mü?  Kim onun için savaşıyorsa, kim güçlüyse onu seçer. Düzen bu. Sen ben gibi hayalperestlere yer yok dünyada. Onlarca yenilgiden sonra sende anlayacaksın bunu. Bizim aşkımız, gerçek dostumuz ve tanrımız yalnızlığımızdır dostum, gerisi teferruat”. “Abi hiçbir şey yaşamamış gibi konuşuyorsun, bu kadar basit değil ve bizde hayvanlar gibi sadece hormonlarımızla hareket eden canlılar değiliz ki”. “Pek bir bok yaşamadım belki evet ama hangi hatuna iyi davrandıysam umursamadı beni, hangisiyle dalga geçip umursamadan seviştiysem onlar arar hala beni. Buna ne diyeceksin? Kendini kandırma Sırdaş, hayvanlardan farkımız yok bizimde”.  “Canımı sıktın abi”. “Boş boş konuşuyorum oğlum işte takma, dinlemeyeceksin ki zaten beni, gidip rezil edeceksin kendini. Ona değer verip, adam yerine koyacaksın, o da senin ağzına sıcaçak, seni arzulamayacak çünkü. Tamam belki hayvan değiliz ama kimse arzulamadığı biriyle uzun süre vakit harcamaz. Duygusal birini de kimse arzulamaz Sırdaş, evet katılıyorum belki onunla en iyi sen sevişeceksin ama ben daha hiçbir kızın senin gibi bakan biriyle uzun süre takıldığını görmedim. Gözlerinle değil sikinle bakmalısın ona, beyninle değil taşaklarınla düşünmelisin. Maalesef bundan anlıyorlar o yüzden bir gün gerçekten arzuladığı biri çıkarsa karşısına kıçına tekmeyi basacaktır.  ‘Seni seviyorum’ dan, ‘Seni arzuluyorum’ daha samimidir çünkü. Bunu söyle ona söyleyeceksen. Daha uzun sürer emin ol ”. “Ben öyle düşünmüyorum abi, ya o da benim gibiyse?”.  “Gerçek aşk nasıldır bilmiyorum ama tahmin ediyorum Sırdaş, ilk gördükleri anda anlamalı iki tarafta bunu.  Ve arzulamalılar birbirlerini aynı ölçüde. Bu o kadar hassas ki, bir terazinin iki kefesi gibi, bir tarafın duyguları azıcık fazla ya da eksikse eğer, önce yavaş yavaş sonra kazanılan ivmeyle hızlı bir şekilde bozuluyor o denge. Sana bu saçmalıkları söylememin nedeni senin terazin zaten dengesiz dostum. O sıçtığımın terazisini dengede tutacak insan sayısı 5 ya da 6’dır şu dünyada. Yarım milyonda bir yani. Umarım bulursun bir gün, ben vazgeçtim mesela. Hayallerim var karşı kefede, o yüzden  dengeyi sağlıyorum her zaman“. “Böyle söyleyince mantıklı geldi abi”. “Sokayım mantığına. Kalk hadi şuradan iki bira al gel de içelim.”   
   
26.04.2011
Bahçelievler 
H.Ali Söyler

1 Mart 2011 Salı

Sokayım Mahkemenize…

Kimse sanık olmak istemez değil mi? Savcı olmak çekicidir mesela, zevklidir çünkü ön yargılarla insanları suçlayıp yaftalamak. Ya da hâkim olup hüküm vermek. En kötü avukat olup savunursun çıkarların için yanlışı ya da doğruyu. Kimse sanık olmayı istemez. Ama ben hep sanık olmayı sevdim, o yüzden işte bu susuşum. Mazlumları severim, haksız yere yargılanırken daha bir severim hatta. Suçluyken bile sevdim o sanığı ben, bir nedeni vardır o suçu işlemesinin dedim hep, hergeleye, kanun tanımaza da anlayış gösterdim içimden.  Belki psikolojik bir sorundur bu ama hayatım boyunca böyle davrandım. Hiç pişman da değilim böyle davranmaktan, hatta bazen haksız yere yargılansam da susma hakkımı kullansam diyorum içimden. İyi niyetliyim çünkü, o atıp tutanlar, acımasızca yaftalayanlar belki düşünür de “ulan çocuk suçsuz be” derler diye belki bir gün, umut besliyorum hep.

Onca yıldır izliyorum insanları, cidden çok acımasızlar. Çok az insan benim gibi mazlumları seviyor. Kimi savcı, bazıları hâkim, çoğu da avukat rolünde ve çıkarları için yanlışları savunuyorlar. Ve büyük bir zevkle o mazlum sanığı eziyorlar. Onları gördükçe, mazlumları daha çok seviyorum.

***

Bugün metrobüste bir babayla kız vardı, gariban bir işçiydi muhtemelen baba, kız da ilkokul çağlarında.  Kız sınıftaki diğer kızların beden dersinde nasıl giyindiğini anlatıyordu şirin şirin, babası camdan dışarıyı izliyordu, gözleri dolu doluydu, muhtemelen kızının birazdan soracağı soruyu unutmuş olması için dua ediyordu içinden, ama o dünya tatlısı kız sordu o soruyu “Baba beden eğitimi için spor ayakkabı alacaktık hani?”. Adam cevap vermedi kızına. O susuşun ne kadar zor olduğunu tarif etmek isterdim size ama yapamayacağımı biliyorum.

H.Ali Söyler
28.02.2011

22 Şubat 2011 Salı

...

- Hep iyi bir yalancı olmak istemişimdir biliyor musun? Ama hiç beceremiyorum be Sırdaş. Keşke beğenmediğim insanlara “ne kadar güzelsin” diyebilsem bende, ne kadar boktan ve boş olsalar da yüzlerine gülebilsem, arkadaş olabilsem onlarla, gözlerine bakarak seviyorum lan sizi diyebilsem. Yapamıyorum Sırdaş. Kendimi de satamıyorum onlar gibi, ben şöyleyim ben böyleyim diyemiyorum, çünkü biliyorum ne kadar gerizekalı olduğumu ve susuyorum. Kimse de gelip sen de kimsin demiyor…

***

-İçimi böyle yakan şey ne Sırdaş?
-Hayallerin seni zehirliyorlar dostum.
-Yardımcı olmaları gerekmiyor muydu?
-Sanırım son kullanma tarihleri geçmiş.

***

- Ben sustukça üstüme geliyorlar Sırdaş. İlgi çekmek için susuyorum sanıyorlar, anlamıyorlar beni. Oysa kurulan bir oyuncak gibiyim şimdi, bıraksınlar iyice gerileyim, dibe vurayım... Zamanı gelince onlar için dans edip, şarkı söyleyeceğim zaten... 

*** 

- Bazen çocukken yaptığım gibi dolaba saklanıp ağlamak istiyorum Sırdaş. İçli içli ses çıkarmadan...

12 Şubat 2011 Cumartesi

Kısa Kısa

Son üç saattir çektiğim fotoğraflara bakıyorum rastgele. Dostlarla, eski sevgililerle geçirilen güzel anlar. Hüzünlendim gece gece, oysa hiç üzgün bir anın fotoğrafını çekmemişim, gülüyoruz hep. Bakarken her fotoğrafa bir hikâye yazmak geldi içimden. Uydurdum da bazılarına, neşeli şeyler olsun istedim. Bazı fotoğraflar o kadar güzeldi ki gülümsedim sadece, benim kötü hikâyelerime kurban gitmeyecek kadar güzellerdi çünkü. Hatta keşke iyi bir yönetmen olsa da benim bu içten gülümsememden bir kısa film çekse ve ben gittikten sonra o filmi izleyen dostlarımın beni öyle hatırlamasını istedim. Son zamanlarda onlara gösteremediğim halimle. Gülümserken…

***

Geçenlerde çok sevdiğim bir dostuma “artık eskisi kadar neşeli değilim değil mi?” diye sormuştum. O da “Hepimiz öyleyiz ki, büyüdük be abi, ama merak etme ben seni tanıyorum” demişti. Çok duygulanmıştım o söze. Bir insana söylenecek en güzel şeylerden biri bence “Seni tanıyorum” demek. Kaç insan birbirini gerçekten tanıyıp anlayabiliyor ki?

***

O kadar tembelim ki bırakın bir şeyleri başarmak için çaba sarf etmeyi, düşlerimin sırtına biner oldum. Evet, resmen hayallerim taşıyorlar beni. Umarım onlar da benim gibi dayanıksız değillerdir yıkılıp düşmez, beni yarı yolda bırakmazlar…

***

Her boku bildiğini sanan ve her şeye yorum yapan ve sürekli kendisiyle övünen insanlara inat, herkesin duyacağı şekilde bağırmak istiyorum “Ben bir geri zekâlıyım” diye ama susuyorum işte…

***

Küçükken büyükleri anlayamadığım için kafalarının içinden geçenleri gösteren bir alet icat ettiğimi hayal ederdim. Keşke öyle bir şey olsa da herkesin gerçekten ne düşündüğünü kafalarının üzerinden okuyabilsem istiyorum hala. .mına koyim öyle oyuncular var ki aranız da küçücük çıkarlar için oscarlık performanslar sergiliyorsunuz. Korkuyorum sizden…

***

Küçükken çok dindardım, sürekli dua ederdim. Kendim için ailem ve sevdiklerim için güzel şeyler isterdim tanrıdan. Sonra dualarımın gerçek olmadığını görünce ve işler normalden de daha fazla boka sarınca kızdım tanrıya. Hatta hayatla ilgili bu planlarımı öğrendiği ve beni kıskandığı için benim küçük mutluluk isteklerimi bozduğunu düşünürdüm. Bir çocuk ne kadar kızabilirse o kadar kızgındım tanrıya, hatta hayallerimi ona söylediğim için bozuyor diye ondan gizli hayal kurmaya çalışırdım çocuk aklımla.

***

Bir gün birini gerçekten çok seveceğimi hissediyorum.

12.02.2011
H.Ali Söyler

6 Şubat 2011 Pazar

Konuşamıyorum

Küçükken aynaların içinde birilerinin yaşadığına inanırdım, neşeleri yerindeyse güzel,  moralleri bozuksa beni çirkin gösterdiklerini sanırdım. Bu yüzden hep komik şeyler söylerdim aynalara, sırf beni güzel göstersinler diye. Sonra sinirlendim bir gün ve çok uzun zaman yalnız bıraktım onları. Hala da aram yoktur aynalarla. Aramadığım arkadaşlarım gibi ne zaman tesadüfî karşılaşsak geriliyorum, söyleyecek bir şey bulamıyorum. Onlarda çok hüzünlü bakıyorlar bana ve çok çirkin gösteriyorlar beni. Komik şeyler söylemeyi bıraktığım için kızgınlar galiba bana. Bir gün anlarsam niye sustuğumu anlatacağım onlara ya inanın bilmiyorum ben de neden sus pus olduğumu.

Bu satırları da yazmazdım ya, bu sabah onlardan biri konuştu benimle.  Yüzümü yıkamak için girmiştim banyoya.  Yine bakmadan çıkıyordum ki, arkamdan ürkekçe “Nasılsın Ali?” dedi. O kadar şaşırdım ki ne diyeceğimi bilemedim. Normalde onlar benimle konuşmazdı hiç. Sadece ben konuşurdum, onlara komik şeyler söyledikçe güzelleşiyordum diye susmazdım hiç hatta. Zaten hangi çocuk gülünce güzelleşmez ki, değil mi? Ama beni şaşırtan onların ilk defa konuşması olmadı, soruydu beni şaşırtan. “Nasılsın Ali?” sorusu. Yavaşça dönüp baktım, neşesi yerindeydi muhtemelen ki güzel görünüyordum. Ama konuşamadım gene. Soruyu düşündüm, cevap bulamadım. Aklıma bir anım geldi. Küçükken bir hemşire bana aşı yapıyordu, ne aşısı o diye sormuştum? “Gevezelik aşısı” demişti. Galiba susmam için vücuduma enjekte edilen o zayıflatılmış mikrop, zayıf bedenimi ele geçirdi benim. Bunları düşünüyordum ve konuşamıyordum. Dönüp çıkmaya davrandım. Tam banyodan çıkarken dayanamayıp tekrar baktım ona, bu kez çok çirkindim. Hevesi kırılmıştı, hayal kırıklığına uğrattığım onca insan geldi aklıma. Utanmasam gözlerime dolan o katrelerin yanaklarımdan aşağıya süzülmelerine izin bile verecektim. Duruma uygun çocukken yaptığım bir espri gelince aklıma, “Seni görünce gözlerim dolar, kulaklarım mark” diyip kaçtım oradan.

Haci Ali Söyler
06.02.2011
Bahçelievler

23 Ocak 2011 Pazar

Bir Hiçin Öz Özgeçmişi

Doğayı sevmem, yaprağı düştü diye bir ağacı kestim, anlama sinirlenirim. Çocukları sevmem, ağladı diye bir çocuğu öldürdüm, sevme üzülürüm. Hayvanları da sevmem, öyle baktı diye bir kediyi zehirledim, ağlama gülerim. İnsanları sevmem, çok sevdiler diye aldattım, özleme giderim.

19.01.2011

3 Aralık 2010 Cuma

Susssssss

Sekiz sene, saatler, saniyeler, sonsuz saliselerce süren sessizlikler. Sigaradan sigaraya sürüklenen sancılarımda, sayıklamaktan susardım sürekli. Sesim sisli, sesim sümüklüydü. Sende susmuştun, sormuyordun seni sevip sevmediğimi.  Seni sana sakladım sonra, sorduklarında sustum, sessizce sırıttım sürekli. Severdim seni.  Sevişmiştik seninle, Sensiz Satürn Sürgün Sayılır Sevgilim’in son sahnesinde, son sırasıydı sinemanın, sırılsıklamdık. Sidikli Sevda’yla sefil Salih’e sobelenmiştik, sırıtan sapık suratlarıyla. Sidikli Sevda? Sınıfa sıçmıştı sekizinde, soytarıları severdi. Salih sevinçlerini satardı sokakta.

Severdim seni, simsiyah saçlarını severdim, sana sarılmayı severdim, senelerce sutyeninde saklanabilirdim! Süveyş’in sevişken sineklerini sakalıma saklayıp Sinop’a sokacak, Samsun sivrisinekleriyle seviştirip satacaktık seninle. Servetimizi sayamayacaklardı. Senden sonra serseri sandılar. Sahillerde sabahladım. Sızdım sokaklarda. Servetimi sıçtım sıvadım. Sonra sabun sattım sapıklara. Sürmelerini sildim sivilceli sarışınların. Süt sağdım. Sakız, silgi, silecek sopası sattım. Su suladım seralarda. Salatalık soyup sattım sokaklarda sepet sepet. Serserilerin salaklarını söğüşledim. Sosyologlar sevmez serserileri. Siyasetçilere sövdüm sarı sayfalara sümüğümü silerken. Saniyeleri sayarak sigaralar sardım. Sosyete sitelerine sıçtım, sinirli sözcükler sıraladım ses sensörlerine. Sansasyonel sırlar sakladım spor sayfalarına. Sensizdim. Seni sigortalatsaymışım, sallamazmışım sorunları. Süpermen’in, sincaplarla solucanların seslerini sallamadığını sanıyorlar, salaklar!

Sen salebi sade severdin, sütü sıcak. Severdim seni. Samanyolu simsiyah, sinirli sana, sağanak sinirli, sulu sepken. Sensizlik stresli, sürgündeki sultan, solaryumda solmak sanki! Sinirliyim sana sanma, Samanyolu sinirli, severdim seni. S….

 - Sus! Sonra sakince siktir……….!

03.12.2010
H.Ali Söyler

30 Kasım 2010 Salı

Ben Nasıl Bir Gerizekalıyım!

Keşke ne kadar mal biri olduğumu anlatabilsem sizlere. Kelimeler kifayetsiz kalıyor derler ya, öyle işte. Bildiğiniz denyoyum lan ben. Geçen Perşembe çok sinirlendim kendime mesela.  Süper loto mudur ne boktur onu oynadımdı, öle şans oyunlarına çok para veren biri de değilim ha, biliyorum çünkü cenabetin önde gideniyim, bir halt çıkmaz bana, çıkmadı da hiç. Eee oyna ne olacak diyeceksiniz, eyvallah da, peki bu nasıl bir hayal kurma manyaklığıdır be kardeşim, bir insan sabaha kadar hayal kurar mı lan loto bana çıkarsa diye. Alarm çalana kadar döndüm durdum yatakta o Perşembe gecesi.

Neler yapmadım ki parayla. Bir de cimriyim ha, tek bana çıkıyor kodumun parası! Geçirdiğim en paranoyak geceydi belki de ömrü hayatımda. Paranın bana çıktığını kimseye de söylemiyorum nasıl bir psikopatsam. Ne dümenler çevirmiyorum ki, böle belli bir süre almıyorum parayı falan. Sonra bankaya yatırıp, faiziyle tezgâhımı kuruyorum yavaş yavaş. Yazılım işi kuruyorum lan diyip, kredi çekiyorum bankadan anamın evini ipotek ettirip, sonra anlaşılmasın diye de kendi ürettiğim yazılımı ben alıyorum başlarda çaktırmadan. İşler rayına oturunca, arkadaşlarımı yanıma alıp yüksek maaşlar veriyorum. Kar artınca müteahhitlik yapıp apartmanlar dikiyorum böle, etrafımda sevdiğim insanları kira almadan oturtuyorum orada. Böle öğrencilere ev verip kira almıyorum falan, çaktırmadan durumu kötü öğrencilere burs veriyorum, fakirlere yardım ediyorum. Paranın bana çıktığı anlaşılmasın diye kılı kırk yarıyorum ama göreceksiniz, her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşündüm böle sabaha kadar. O kadar para var arabam WV Golf yani düşünün. Böyle ekşınlar,atraksiyonlar falan da vardı. Bir gece tinerciler yolumu kesiyordu, Cihangir’de ki evime yürürken, böle bütün paramı veriyordum, edebiyat yapıyordum bebelere. Onları kafalayıp şarap alıp içiyorduk arka sokaklarda, çocuklar utanıp geri veriyorlardı parayı o derece, sonra ben almıyordum montumu falan veriyordum hatta.  Sonracığıma dünyayı mı gezmedim, böle uzak doğudan, Phuket’den, Karayip’lerden, Ukrayna’dan yazlık mı almadım. Diller mi öğrenmedim. Sanat-kültür merkezleri mi inşa etmedim. Filmler mi çekmedim. Müzik stüdyoları kurup, 4 farklı tarzda grup kurup müzik mi yapmadım. Neler neler lan. İlerde siyasete bile girdim paranın gücünü kullanarak, böle sosyal devlet naraları atarak, ezilen halkı, hakkı yenen işçileri ardıma alarak. Tabi bunları düşünürken normal bilincim, mantığım da bir yandan bastırıyor  “mına kodumun delisi, yatta zıbar lan, sabah iş var, hem kaç milyonda bir şans bu, sana çıkar mı hiç zibidi” diye bölüp duruyordu hayalimi. Zerre etkilemiyordu ama en fazla 10 saniye, sonra kaldığım yerden kuruyordum gene. Gerçi sabaha karşı gözler yorulunca feci küfürler ettim kendime ama gene etkilemedi.

Böle böle sabah oldu işte, neler düşündüğümü hayal edin, yaklaşık 7 saat kendim yazdım kendim oynadım. Alarm çalınca kalktım, 3 yıldır ilk kez telefonun ilk çalışında yataktan çıktım o gün. Üstümü giydim, çay doldurdum kendime, sabahları pek bir şey yemem ben, geçtim odada ki koltuğa oturdum. Gözlerim nasıl yanıyordu anlatamam, birde yorgunluk var feci. Düşünmek vücudu en çok yoran şey malum. Neyse efenim ben sızdım koltukta elimde çay fincanıyla. Ne oldu beğenirsiniz, rüyamda da bana çıkıyordu koduğumun lotosu.  Bu kez klasik senaryo ama böle yavşayan akrabalar, hayatımda tanımadığım insanlar falan, hayatın boyunca göremeyeceğin para sana çıkmış böle deliriyorsun. Kaçmak için dünya turuna çıkıyorum hayvani bir transatlantikle. Sonra dertlenip içiyorum öküz gibi bir gün, kafa güzelken “para pul yalan lan, keşke bana çıkmasaydı, özgürlüğüm gitti mına koyim, seviş seviş nereye kadar” diyip, transatlantikteki süitimin balkonundan okyanusa bırakıyorum kendimi. Tam suya girip iliklerime kadar ıslandığımı hissettiğimde de uyandım, bir fincan çay üstüme boca olmuş tabi. Allahtan soğumuştu. Kalktım, küfür ede ede tekrar eşofmanları giyip yattım geri yatağa, gitmedim işe o gün.

Böle de bir manyağım ben işte.

30.11.2010
H.Ali Söyler
İstanbul

2 Kasım 2010 Salı

Mütemadi Denyo

Evet bir saattir sigara içmiyorum. Valla içmiyorum lan. Galiba bu 78. sigarayı bırakma girişimim oluyor. Ama bu kez cidden ciddiyim bu konuda. İçmeyeceğim. Gülmeyin lan!

Çok Ciddi Uyarı: Olurda yukarda ki gibi olursam, olmam ya(!), sakın ha denyoluk yapmayın!

22 Ekim 2010 Cuma

So, You Think You Can Change?

Benden bir bok olmayacağını anladığımdan beri(1 saat oldu), mutluyum. Beklentilerim azaldı, saçma sapan hayaller kurmuyorum yani artık. Omuzlarıma abanan salakça baskıyı da kaldırmış oldum bunu idrak ederek, öyle bir rahatladım ki sormayın lan. Bundan sonra herhangi bir şeyde, ufacık bir başarısızlık karşısında dahi, "zaten benden adam olmaz ki mına koyim" diyip rahatlamayı planlıyorum. Sıkıntılı ruh halleri, üretme sancısı, çalışma kaygısı, karın ağrısı ve türevleri bundan sonra olmayacak yane. 50 kuruşunuz var mı lan? Pintilik etmeyin şarap alıcam.

12 Ekim 2010 Salı

Biz Büyüdük De Kirlendi Dünya

Kiraladığım bisikleti restoranların bisiklet parkına kilitleyip, Aya Yorgi’ye çıkan yokuşu aheste aheste tırmanırken kulağımda “Erkin Koray – Fesuphanallah” çalıyordu. Bahar taze kokusunu zorla ciğerlerime dolduruyor, istesem de istemesem de hormonlarımı kamçılıyordu. Yolun yarısında bulunan bankların birine çöküp bir sigara yaktım. Ciğerlerimi dumana boğmak, başladığım günden beri garip bir zevk veriyor bana. Hafta içi, fazla insan yok adalarda, burada yaşayanlar da bu deli Ortodoks’ların en izbe yerlere kondurdukları kiliselere çıkmıyorlar zaten. Ortodoksları anlıyorum, insan denilen canavardan uzaklaşmadan inzivaya çekilip kafa dinlemek ne mümkün. Sigarayı sonuna kadar içip, devam ediyorum tırmanmaya. Tepeye ulaştığımda bu kez sigaraya söverken buluyorum kendimi.

Bir bira alıp banklara oturuyorum.  Ne müthiş bir manzara, mutlu hissediyorum kendimi, çalan melankolik şarkıyı değiştiriyorum iki üç kez ama yok yeni çıkanlarda aynı bokun laciverti, şarkı zevkime de sövüp ”Kaçak- Ölünür de” de bırakıyorum. Tepede fazla insan olmasa da biri geliyor ve yanıma oturuyor, sinirimi bozuyor bu yaptığıyla. “Ne güzel şarkıymış o, hiç duymamıştım” diyor. “Ne diyor lan bu dingil” diyorum içimden kulaklığımın birini çıkarırken  “Anlamadım”, “Ne güzel şarkıymış o, hiç duymamıştım” diye tekrarlıyor. Şarkıyı kısık seste mp3 çalardan dinliyorum duymasına imkân yok, sesi çok mu açık diye kontrol ediyorum. “Pardon, haklısın tabi, unutuyorum bazen insan kılığında olduğumu” diyip gülümsüyor. Yüzümdeki salak ifadeyi görüp açıklıyor. “İnanması zor ve bunu ilk defa bir insanla paylaşıyorum ama ben bu dünyadan değilim” diyor ciddiyetle. İçimden “hay mına koyayım, kafa dinleyelim diye adalara kaçtık, deli midir şizofren midir, manyağın biri buldu bizi” diye geçiriyorum. “Korkma, ne deliyim ne de şizofrenim” diyor gülerek. İşte o an tırsıp ayağa fırlıyorum, ayağım takılıp sendeliyorum, biram dökülüyor. Gözlerim fal taşı gibi açılmış, adrenalin pompalanan vücudumda kalp atışlarımı duyabiliyorum. “Lütfen otur, zararsızım ben” diyor gülerek. “Dur sana yeni bir bira alıp geleyim ”.  O bira almaya giderken rampa aşağı koşsam kaçabilirim belki diye düşünüyorum.  O sırada “Pinhani – Ne güzel güldün” başlıyor, “Belki durup dururken yanına gelince, söylediklerimi anlamsız buldun” diyor sözler.  Gülüp oturuyorum banka tekrar, mp3 çaları kapatırken. Elinde biralarla geldiğinde, birazda olsa sakinleşiyorum. “Adın ne” diyorum daha da sakinleşmeye çalışarak,  “Sinyokuk, ama dünyada kafama göre takılıyorum.  Yazgı diyebilirsin. Senin adın ne?”, “Ali”, “Tamamı ne?”, “Haci Ali Söyler”, biraz bekledikten sonra “Hmm, kötü bir ailede büyümüşsün, hayalperestsin bu güzel ama tembel ve korkaksında, yazar olmak istiyorsun ama yazıların bok gibi, müzikle ilgileniyorsun ama konser kayıtlarına bakılırsa son derece kirli ve kötü çalıyorsun,  ayrıca müzik kulağı dediğiniz şey sende yok, fotoğ”, “Hey keser misin şunu, bunları bende biliyorum ama sen nerden”, “Dur dur heyecanlanma, sadece Google’dan arattım, bloğundakileri falan okudum o kadar”. Bunların ne kadar farkında olsam da, birden bire söylenmesi moralimi bozmuştu, “Peki yazar olabilecek miyim?” diye soruyorum. “Maalesef geleceği bilmiyoruz dostum, teorik olarak mümkün olsa da bizde de o teknoloji yok henüz. Ama umudunu yitirme, insanlar öğrenebiliyorlar, yani bence olabilirsin. Ha bu arada Sırdaş karakterini sevdim, isimde güzel kullanabilir miyim?”.  Kafamı olumlu manada sallayıp,  “Peki, bunları bana neden açıklıyorsun”  diye soruyorum. Son derece yakışıklı bir dış görünüş seçmiş kendine. Gülümseyerek “Evet gelelim o konuya, benim gibi bir düzine daha var dünyada, hepimizin ayrı görevleri var. Benimki sizin aşk dediğiniz duyguyu çözmek”, “En zoru da sana gelmiş lan” diyorum gülerek. “Evet, cidden öyle oldu”. “Eee çözebildin mi bari aşkı?”, “Kimyasını evet, melatonin, serotonin ve endorfin hormonları salgılanıyor ilk günlerde, kişi aşık olduğunu düşündüğü insanı görünce yani, bu hormonların salgısında düzensiz bir artış oluyor, yani mutluluk hissi duyumsuyor. Kişi ilk kez aşk deneyimi yaşıyorsa, adrenalin gibi diğer hormonların salgısını da tetikleyip heyecanlanma, terleme gibi yan etkiler de oluşturuyor, bu yan etkiler ileriki ilişkilerde azalıyor ama, beyniniz alışkanlıklarını kaydediyor bir nevi. Kişinin kimyasında ki bu hormonsal hareketliliğinde zamanla azaldığını gözlemledik, aşk bazlı bakarsan kişiden kişiye değişmekle beraber yaklaşıp 40 gün sonra normal seviyesinde seyrediyor bu hormonlarınız. Sonrasında kişilerin karakterlerine bağlı olarak ilişki devam ediyor ya da bir taraf artık mutluluk hissini almadığı için ayrılıyor. Yani Ali kimyası kolay ama diğer veriler stabil değil, çok karmaşık, insanlar çok garip yaratıklar, karakterleri, kimyaları çok farklı birbirlerinden. Bu söylediklerim hormonsal dengesi standart seviyedeki insanlar için yani“ Durdu. “Eee işte çözmüşsün, gerçi bu söylediklerini bizim bilim insanları da üç aşağı beş yukarı söylüyor zaten, aratsaydın çıkardı Google’dan” diyorum gülerek. “Evet ama insanlara güvenmiyoruz aynı sebeplerden, kendi deneylerimizi kendimiz yapıyoruz. Şimdi sana bunları anlatmamım sebebine gelirsek, ne kadar düşüncelerinizi dahi okuyabilsem de anlamadığım yerler var. Her insandan farklı tepkiler alıyorum, kimse benzer tepkileri vermiyor” Gülüyorum söylediklerine. “Bak dostum, olayın özünü çözmüşsün zaten. Aynen dediğin gibi bu dünyada ki 6 milyar küsur insan da birbirinden farklıdır. Standart insan diye bir şey yok yani. İnsanı ele alacaksan, onu çevresel faktörlerle, geçmişiyle, yaşadıklarıyla ele alman lazım, ebeveynlerinden gelen genleri de unutmadan tabi. Her duygu, her hormonsal salgı hepimizde var ama miktarları faklı, tam nedenini ben de bilmiyorum ama kimi cinsellikten daha fazla haz ederken, kimi bencillikten, kimi kötülükten, kimi acıdan haz eder hale geliyor. Kimileriyse korkudan, acizlikten din gibi avuntular seçiyor kendine, bu da yaşayışını davranışlarını değiştiriyor. Yani seçimleri, içinde bulunduğu çevre zevk aldığı hormonları ve bunların salgılarını etkiliyor. Karakterlerimiz çok küçük yaşta oluşmaya başlıyor bizim. Sosyal statümüz, ne bileyim doğduğumuz aile, maddi durumumuz, yediğimiz içtiğimiz, yaşadığımız iklim, maddi manevi birçok faktör yani. Fizyolojimiz de aynı şekilde, çirkin/güzel oluşumuz, ne bileyim boy, deri rengi, saçımızın düz – kıvırcık olmasını bile kişiliğimizi etkiliyor. Örneğin sen birçok ilişki yaşamış biriyle, hiç ilişki yaşamamış birine aynı şekilde yaklaşamazsın. Tepkiler farklı olacaktır tabii ki. Ne bileyim cinsellik hormonları tavan yapmış birine duygusal yaklaşamazsın, anlamaz ki. Ama senin için daha kolay bu, ne düşündüklerini bilebiliyorsun artık. İstediklerini ver yeter.  Aşkı gerçekten yaşamak istiyorsan bunu daha önce hiç yaşamamış olman lazım, ayrıca hiç âşık olmamış yani hiç algıları kirlenmemiş birisini bulman lazım”, “Çocuk olayım yani”, ”Evet, aynen öyle çocuk olman lazım. Biz öğrendikçe kirlenen, mutsuz olan yaratıklarız. Öğrendikçe çirkinleşiyor, öğrendikçe kötüleşiyoruz. Yaşadıkça bencilleşiyoruz biz. Çocuk ol öyle araştır aşkı. Hem çocuklar rol yapamazlar, ne istediklerini daha kolay anlarsın”, “Teşekkürler Ali, hemen deneyeceğim bunu, hadi kendine iyi bak”, ”Gidiyor musun?”gitmişti bile.

Biramı bitirip indim tepeden yavaş yavaş, bisikletle adanın etrafını turlarken dalgındım baya, o gün anladım ki ben de çok kirlenmişim, ben de büyümüşüm. Neden artık âşık olamadığımı, heyecanlanamadığımı anladım. Galiba ben de yalnızlıktan, melankoliden haz olanlardan olmuşum, bende acı çekince mutlu olanlardan olmuşum, bok olmuşum yani. Mp3 de “Pink Floyd – Comfortably Numb” çalarken, Gilmour “The child is grown,the dream is gone” derken, keşke ben de tekrar çocuk olabilsem diye geçiriyordum içimden... Neyse ki akşamüstü vapuruna yetiştim. Güneşin batışını ada vapurdan izlemek hep mutlu etmiştir beni.


12.10.2010
H.Ali Söyler

11 Eylül 2010 Cumartesi

Bakala Bir Boncuk Mu Şu?

Bokumda boncuk arıyorum, bulamadım ya hiç, olsun aramak iyi geliyor bana. Boş durunca rahatsız oluyorum ben. Bazen canım hiçbir şey yapmak istemiyor, bokumla oynuyorum bende. Bok diyince bokunu yutmuş kaz gibi oluyorum bazen. O nasıl bir şey diyeceksiniz şimdi. Küçükken görmüştüm, kazlar bokunu gagasıyla dürter bazen, ayak perdeleriyle üstüne şekiller çizer falan. Sonra ağzına atar. Biraz bekler sonra saçma sapan bir çığlık atar. Ertesi gün yine yapar ama. Bende kazlar gibi yapıyorum işte. Yediğim şeyin kendi dışkım olması da ayrı bir mevzu olmakla beraber bilinçsizce ağzına attıktan sonra dildeki ilk emilimden beyne giden tat alma sinyalleri, elektro şok etkisi yaratıyor orada. Bir dakika ya, ne yaptım ben diyor insan. Sonra salgılanan tükürük, yutkunma o iğreti tadı geçiriyor gerçi. Sonra yine canım hiçbir şey istemiyor. Tekrar başlıyorum bokumu kurcalamaya.

11-07-2010 
H.Ali Söyler

11 Temmuz 2010 Pazar

Sıradan Günün Sıradan Hıyarı, Tuz Var Mı?

Alarmı yedinci sekizinci kez ileri alıp, kahvaltıdan ve duştan feragat edip çıkıyorum yataktan. Kalktıktan sonra bazen ayak serçe parmağımı yatağın köşesine çarpıyorum uyku sersemi. Hatunlar adet sancısı derler o ne ki serçe parmak acısı yanında! Farksız ya Cuma olsun günlerden, tüm hafta giydiklerimi giyiyorum tekrar, anlamıyorum zaten her gün ne giyeceğim diye dert edenleri. Aç karnına bir sigara yakıp çıkıyorum evden. Üç buçuk dakika, yavaşlıyorum sanki. Yok, unutmadım yüzümü yıkamayı, üç yıldır yüzümü yıkamıyorum sabahları, uykum açılıyor çünkü. Dolmuş bekliyorken sigaramı tüttürüyorum, bazen sigara bitmeden geliyor dolmuş, sinirleniyorum binmiyorum bende. Dolmuşa bindiğimde, insanlar gülümsüyor genelde, umursamıyorum. Saçım başım dağınık hep, yataktan çıkığım gibi geziyorum komik duruyor demek ki. Gerçi bir keresinde tişörtü ters giymiştim liseli kızlar kıkırdayıp uyarmışlardı. Dolmuşun arka tarafına gidiyorum hep, elden ele uzatılan paraları iletmekten nefret ediyorum çünkü. Oturacak yer nerde bizim dolmuşta, ayakta uyuyorum bende, bazen acıyıp yer verenler de oluyor. Yazıyorum ya bazen abuk subuk rüyalar, işte çoğunu dolmuşta ayakta görüyorum onların. Dolmuştan inince bir sigara daha yakıp metrobüse yürüyorum. İkinci sigara uykumu açıyor biraz galiba. Metrobüs iş saatleri çok tenha olur bilirsiniz, hele ara duraktan biniyorsanız bom boş oluyor. Baya bir bekliyorum binmek için, kapıların nerde açıldığını öğrendim biraz. Kapılar açıldığında içeriye bakıyorum, güzel bir kız yoksa binmiyorum gıcıklık olsun diye. Varsa bazen doluysa bile bindiğim oluyor. Ha birde çok fazla liseli ergen varsa da binmiyorum. Çok konuşuyorlar çünkü gülüp duruyorlar sinir oluyorum. Metrobüse binince ara kısma sızıyorum önle arka körüğün birleştiği yere yani, o arada klima yok, tutunacak yerde az, ayrıca kapıya yakın olma hastası insanlardan uzak naif bir yer. Güzel kıza arkamı dönüp mp3 player’ımı açıyorum ve kitabımı çıkarıp okumaya başlıyorum. Sırf metrobüste okuyarak ayda üç kitap bitirebiliyorum, bağışıklık kazandım buna, midem bulanmıyor hiç, gözler zaten bozuk. Metrobüs olaysız geçiyor genelde, sayfaları çevirirken bazen dönüp güzel kızı kesiyorum, göz göze gelmekten özellikle kaçınırım niye bilmiyorum. Bazen yüksek sesle müzik dinleyenler oluyor yanımda, hele ki Demet Akalın, Serdar Ortaç veya ne bilim enstrümansız iğrenç şeyler dinleyenler oluyor sinir oluyorum, birde sesini sonuna kadar açmıyorlar mı, ayakkabımı çıkarıp kafalarına kafalarına vurmak istiyorum ama yapmıyorum tabi ki. Hiç sevmesem de benim mp3ün sesini sonuna kadar açıp iyice sokuluyorum yanlarına bende, bilerekte yüksek kalite baba metal şarkıları açıyorum. Ha birde bazen durakları kaçırdığım oluyor dalıp, avcılara kadar gittiğim oldu yalan değil.

Metrobüsten indikten sonra bir sigara daha yakıp işyerime yürüyorum, yolda her zamanki simitçimden simit alıyorum. Adam benim geldiğimi görünce hiç sormadan simidi sarıp uzatıyor, iki yıldır simit alıyorum amcadan, galiba alışkanlıklarımı bozmuyorum ben. İşe hep geç kalıyorum, ortalama bir saat kadar. Esnek çalışma saati demişlerdi ondan olabilir, bilmiyorum. İşe gidince simidi kemiriyorum, hiç bitiremedim daha o simidi. Arada gazetelere göz atıp küfür ediyorum ülkenin durumuna. Sonra sıkılıp, haber sitelerinin en gözde kısımları haline gelmiş galerine tıklıyorum. Güzel kızlara falan bakıyorum. Bir saati öldürüyorum böle işin, sonra çıkıp bir sigara daha içiyorum. Çalışmaya başlıyorum zor bela, zira işler hiç bitmiyor, müşteriler arayıp yeni şeyler istiyorlar sürekli, yaparız ya diyip geçiştiriyorum artık çünkü her şeye yaparım deyince işin altından çıkılmayacağını anladım. Bazı günler hiç çalışmıyorum gerçi, facebook, twitter,myspace ne kadar üye olduğum site varsa geziyorum. İçimden gelmiyor çalışmak, bazen de tuvalete gidemiyorsun yoğunluktan orası ayrı mevzu. Bazen müşteriler çok uzun konuşuyorlar telefonda bitiyorum, bir keresinde kırk beş dakika falan bir şeyler anlattı biri, yarısından fazlasını dinlemedim haliyle, zaten dikkatimi on dakikadan fazla veremiyorum ben hiçbir şeye. Bilirsiniz böle mal gibi dalar giderim ya yanınızda öyle işte. Adama anladım, birde bunları mail olarak atarsanız sevinirim diyip kapattım telefonu. O günden sonra hep öyle yaptım, uzatırlarsa dinlemiyorum, bitirince mail atar mısınız diyip kapatıyorum.


En güzel zaman öğle yemeği zamanı benim için, arkadaşlarla çıkmamışsam bir parka gidiyorum. Çocukları izliyorum, huzur veriyor bana. Seviyorum çocukları. Öğleden sonrası da sabahtan farksız işte, büyük kısmı çalışmaya çalışmakla geçiyor zamanın. Sürekli hayaller kurup gaz veriyorum kendime. Acil bir iş yoksa normal saatte çıkıyorum işten, metrobüse yürüyorum, eğer o gün çekilen bir şans oyunu varsa üç yıldır oynadığım tek kolonu oynuyorum. Bir kere üç tuttu ona da baya bir içerdeyim yani. Metrobüste dönüş sabahkiyle aynı aşağı yukarı. Dolmuşta bu kez kitap okuyorum uykum olmadığı için. Eve gelince bir şeyler atıştırıyorum, galiba öğle yemekleri olmasa ölürüm ben. Akşamları da bir şey yemiyorum. Sonra bilgisayarı açıp başında mal gibi oturuyorum genelde, hiç bir şey yapmadan saatlerce oturduğum oluyor. Çok sıkılırsam dizi izliyorum, komedi dizisi, ben odun olduğum için birilerinin komik olmasına ihtiyaç duyuyorum haliyle. Bazen de erken gelmişsem film izliyorum. Komedi filmleri favorilerim yine. Korku filmlerini hiç sevmem, polisiyeleri de, hele abdnin dünyayı kurtardığı filmlerden nefret ediyorum. Yılda senede bir oyun oynuyorum, zamanında bokunu çıkardığım için artık oyunda oynayamıyorum gerçi. Ama genelde sadece internet başında boş boş oturuyorum, blog falan okuyup sigara içiyorum. Saat 2 gibi de gözlerim yoruluyor zıbarmaya gidiyorum. Yatakta uyumak için debelendiğim o bir saati seviyorum. Bütün güzel fikirler o saatte geliyor aklıma, güzel sözler falan, hatta bazen espri falan da yapıyorum kendi kendime, gülüyorum. Sonra sızıyorum. Eminim güzel, bol atraksiyonlu rüyalar görüyorumdur ama hatırlamıyorum çoğunu. Sonra alarm çalıyor, erteliyorum sürekli ...


H.Ali Söyler

11.07.2010

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Nerde Kaldın Melisa?

Özledim seni Melisa, bilirsin küçük bir çocuk daha ruhum ve yalnız kalınca korkuyorum. Senin mavi gözlerin olmadan hava hep kapalı, özlemle karışık sağanak hüzün yağıyor odamıza. Cama kafa atan sinekler gibi hayaline çarpıyorum her an. Umudumu yitiriyorum sen yokken Melisa, bana sarılıp “yapabilirsin” demeni özlüyorum. Yemek yemeyi bile unutuyorum sen yokken, zaten sen olsan acıktığımda öperdin beni biliyorum, doyururdu dudakların ruhumu.

Sen olmasan hiç sevmezdim kendimi Melisa, sıkardım kafama karanlık bir sokakta belki. Çünkü kimse senin gibi sevmiyor beni. Sen ki en çirkin en çirkef halimle sevdin beni ve öyle bir seviyorsun ki bir bok sanıyorum kendimi. Bende seni seviyorum Melisa. Her şeyini seviyorum hem de, dudaklarını, burnunu, saçlarını, kıvrılan belini, her yerini yani en çok da gözlerini seviyorum. Beni dinlerken kafa sallayışını seviyorum, ince zekânı seviyorum, esprilerini, gülüşünü, saçmalasam da ki sık sık yapıyorum bunu sonuna kadar dinlemeni, düşünüp tezimi çürütmeni seviyorum. Oto boka kavga edip, beş dakika sonra hiç bir şey olmamış gibi sevişmemizi seviyorum. Çıkmayalım bugün yataktan, gitmeyelim işe dediğimde, gülümseyip üstüme atlamanı seviyorum. Uyurken seni izlemeyi, nefes alış verişini saymayı seviyorum, ortalama on beş dakikada. En çok da hayallerimi desteklemeni seviyorum Melisa. Sen olmasan ne yaparım bilmiyorum, düşünemiyorum düşünmekte istemiyorum bu ihtimali.


Keşke bende seninle markete kadar gelseydim diye hayıflanıyorum şimdi, ama seni beklemeyi de seviyorum galiba. Çünkü sen kapıyı her çalışında Melisa, içimi öyle bir sevinç kaplıyor ki o dipsiz evreni avucunun içine alır. İşmiş, patronmuş, kariyermiş, paraymış, dünyaymış, düzenmiş hiçbir şey umurumda değil biliyor musun? Sen yanımda ol ve bana öyle mavi mavi bak yeter Melisa, unuturum her şeyi.


İki bira alıp geleceğim dedin Melisa on dakika oldu be, pöööööf :(


Haci Ali Söyler

03/07/2010

30 Haziran 2010 Çarşamba

Gündüz Düşleri

Rüyamda aksakallı nine bana bir hacıyatmaz uzatıp, "al dedi evlat, hayallerini bunun içine koy, ne kadar sallanırsa sallansın yıkılmaz merak etme" dedi. Nasıl sevindim anlatamam. Yarın ilk iş bir hacı yatmaz alacağım...

****

Rüyamda ağzımla kuş tuttum, hadi tamam sinekti kabul ama yine olmadı nan :( Tadı da bok gibi denemeyin evde…

****


Rüyamda çocuktum böle, aksakallı nine yanıma sokulup "Kelimeler bireydir evlat, cümleler bireylerden oluşan kalabalıklar. Adam gibi bireyler seçemezsen eğer kuru kalabalık olurlar ki, biri de çıkar o kalabalığı kandırır sonra da seni bi güzel dövdürür" dedi. Acayip tırsıp ağlamaya başladım, bunun üstüne nine "En iyisi sen hiç konuşma lan" diyip siktir olup gitti.


****


Rüyamda, balkondaki sümbülümü sulamak için çıktığımda, deli gibi yağmur başlıyordu. Şemsiyeyi kapıp yağmur dinene kadar başında bekledim, abuk subuk şeyler anlattım çiçeğe. Ne anlattığımı söylemeyeceğim şimdi. Niye alıp içeri götürmedim bilmiyorum resmen kıçım dondu orada, galiba arada sırada kafasını sallayıp beni dinlediğini göstermesi hoşuma gidiyordu.


****


Rüyamda, istenmeyen tüyler koleksiyonu yapan manyak bir adamdım, epilasyoncu epilasyoncu dolaşıp istenmeyen tüyleri sahipleniyordum…


****


Rüyamda güzel bir kızı kesiyordum, liseden kimya hocam arkadan yaklaşıp; "fizik güzel ama kimyası nasıl acaba, tepkimeye girer mi girmez mi? Tepkime sonucu ortaya ne çıkar bunlar önemli hacım" dedi :)


****


İki şey arasında kalıp birini seçersin ya zor bela, sonra ya öbürü daha iyiyse diye kafayı sıyırırsın ya, hah işte. Ben öle durumlarda ikisini de siktir edip, bir kere rüyamda gördüğüm aksakallı ninenin tavsiyesini şeydiyorum, dediydi ki "Evlat eğer derde düşersen, sikinin doğrultusuna git, kaç oradan nan"


****


Rüyamda Liv Tyler bana tecavüz ediyordu, ilk başta direndim sonra oluruna bıraktım. Bilinçaltımı bulursam tekme tokat dalıcam :)


****


Rüyamda "stop shopping,start living motherfukers" diye bağırıyordum bir alışveriş merkezinin ortasında. Üzerinde kapitalizm yazan koca bir çizme beni kovalıyordu, tam ezecekti ki uyandım :S


****


Dün gece şöyle bir rüya gördüm; "iki tane çocuk vardı,canının çektiği şeyi ağlayarak aldıramayan Pipigül'ün pipisi gerçekten düşüyordu, bu duruma "kutsal boooook" diye şok olmuş bir ifadeyle tepki veren Çükücan'ın ensesine, yaşlı bir Türkçe öğretmeni tarafından okkalı bir Osmanlı tokadı iniyor kene" uyandım, harbiden kutsal bok diyip soluğu lavabo da aldım.. Yok lan lavaboya sıçmadım, hani tuvalet demiyoruz ya o bakımdan :D


****


"Zoru başarırım imkansız biraz zamanımı alır, peeeeeeh" dedim rüyamdaki ak sakallı teyzeye.. Bildiğin favorisi vardı nan :D


****

Yok abi kıçım açıkta ne zaman sızsam, abuk subuk rüyalar görüyorum, istiklalde dört nala ata biniyordum bu kez, nasıl bir bilinç altı nan bu :D

Haci Ali Söyler

30/06/2010