8 Ağustos 2012 Çarşamba

Tek Kişilik Dev Kadroyla : İffet

Sıcak bir yaz günü, hasta ziyaretiydi galiba, annemi bir yere götürdüm. Bilmediğim bir yer. Acayip bir rampa vardı evin olduğu sokakta, hiç sokağa girmeyeyim, yukarıda da boş yer var hazır oraya park edeyim arabayı dedim. Annemle kız kardeşim inip gittiler. Neyse arabayı park ettim, el frenini falan çektim, emniyet kemerini çıkardım. İşte klasik arabadan çıkmadan önce yapılan şeyleri yapıyorum böyle robot gibi, istemsiz bir şekilde. Camlar açık. Bir an dedim ki, dur bi kafamı uzatayım da iyi park etmiş miyim diye bir bakayım. Çıkardım kafamı, tam şöyle göz ucuyla bir kontrol ediyordum ki ağzıma bir cam girdi, dişlerle üst dudak arasına sıkışan camla birlikte yavaş yavaş yükselerek kendimi kapıya sıkıştırdım bir güzel! O an idrak da edemiyorum, hala parmağım cam kapatma tuşunda basılı duruyor. Yemin ediyorum bir on saniye öyle durdum orada! Elimi de çekmiyorum, öyle bir sinirim bozuldu ki bir yandan gülüyorum deli gibi, bir yandan aklımda abuk subuk 3.sayfa haberleri uçuşuyor. "Kendini cama sıkıştıran Bilgisayar Mühendisinin gizemli ölümü, intihar mıydı yoksa cinayet mi?". Ve o kadar komik bir pozisyonda duruyordum ki, biri beni görse yemin ediyorum gülmekten yazdım edemezdi. O derece absürt. Sonra aklım başıma geldi tabi, elimi cam kapatma tuşundan kaldırdım ve kendi kendimi kurtardım o pozisyondan. Hemen etrafı kontrol ettim bir gören oldu mu diye. Göremeyince kimseyi bir rahatlama geldi. En az bir beş dakika da koltukta güldüm. Arabadan inince fark ettim ki, 5-6 yaşlarında bir erkek çocuğu, koltuğunun altında plastik bir top, sümüğü akmış, kaldırımda durmuş beni izliyormuş. Çocuk yemin ediyorum uzaylı görmüş gibi bakıyordu bana! Neyse indim arabadan, bozuntuya vermeden ciddi bir şekilde çocuğa harçlık verdim, "Hiç bir şey görmedin tamam mı? Ne ben seni tanıyorum ne de sen beni" dedim. Çocuk işte sevindirik oldu parayı alınca, gitti hemen. Gerçi dünyanın en şanslı çocuklarından biri kerata, ne zaman canın sıkılsa hatırla gül işte. Sonra annemlerin yanına gittim haliyle, bu arada dudağım şişti, bildiğin kocaman oldu. Hasta evi anasını satayım, herkes metanetli, ben hala gülüyorum. Girdim içeri bizimkiler bir şaşırdı tabi, benim dudak davul. Duygu "abi noldu hayırdır" dedi, annem telaş yaptı ama ben "yok bir şey gibisinden" bir hareket yaptım, anladılar onlar, tanıyorlar mallarını. Neyse hastaya geçmiş olsun dedim ama gülmemek için dilimi ısırıyorum hala, nasıl sinirlerim bozuk. Dönüşte annemle Duygu'ya olanları anlattım, eve gelene kadar güldüler, gözlerinden yaş geldi ikisinin de.

Bazen diyorum ya "ben geri zekalıyım" diye boşuna değil işte. Alın ispatlarından birisi işte...

H.Ali Söyler
Temmuz 2010

15 Haziran 2012 Cuma

Havuz Problemi

"Merhaba Sultan teyze, Ali yok mu?". Bazı günler ruhum ağırlaşır benim. Bedenim taşıyamaz olur bu ağırlığı. Böyle günlerde Ali'ye daha çok ihtiyaç duyarım. Çünkü her gerçek dost gibi gerektiğinde omzuma girer, gücü yetsin yetmesin taşırdı beni Ali. Sultan teyze oğluna seslenirken, içinde kaybolduğum dünyanın sınırlarını çizmeye çalışıyordum bende. "Oğlum, Sırdaş kapıda seni çağırıyor".

Uyandığımdan beri içimde bir sıkıntı var. Sırdaş'ı düşünüyordum. Sanırım bu empati dedikleri şey gerçek. Birisinin sizi düşündüğünü hissedebiliyorsunuz, hatta acısını ya da sevgisini bile duyumsayabiliyorsunuz. Sırdaş'la öğlen buluşacaktık bugün, eğer şuan kapıdaysa durum düşündüğümden de ciddi. Sakin olmalıyım. "Tamam anne geliyorum hemen".

Gerçek bir dostun omzunuza girmesinden bahsettim az önce. Mecazi tabi ki. Ali'yi görür görmez bile hafifliyorum. Bazen tek başınıza baş edemeyeceğiniz sorunlar çıkıyor karşınıza, o anlar da yanınızda sizin için her şeyi yapabilecek birinin olduğunu bilmek o kadar huzur verici ki. Onun her hangi bir şey yapmasına da gerek yok. Sadece yanınızda olduğunu hissetmek bile yetiyor. "Ardıç toplamaya gidelim mi?".

Durum pek iç açıcı değil. Gözleri kanlı, belli ki uyuyamamış. Ardıç toplamaya gidelim mi dediğine göre daha da sakin olmalıyım. "Gidelim dostum". "Anne biz çıkıyoruz, sen ye yemeği ben gelince yerim". Genelde Sırdaş bana yardımcı olur, benden daha güçlüdür ve daha gerçekci ama bugün sıra bende. Umarım elime yüzüme bulaştırmam.

Tepeye yavaş yavaş tırmanırken, gece boyu yerle bir olmuş düşüncelerime bir şekil vermeye çalışıyordum. Yarım saattir belki daha fazladır yürüyoruz, Ali sabırla bekliyor hala. Nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum ki? Bazen konuşmayı nasıl öğrendiğime hayret ediyorum. Öyle alakasız şeyler için ardı ardına sıralanıp çıkarken o kelimeler, şimdi düğüm oluyor. İki harfi yan yana getirip anlamlı bir ses çıkarmakta zorlanıyorum. Oysa sese dönüştüremediğim düşünceler kafamın içinde halay çekiyorlar şuan, çok gürültülü ve hiç sevmediğim zurna sesi eşliğinde. Biraz daha dayan dostum, kurulan bir oyuncak gibiyim şuan, iyice gerileyim, dibe vurayım, sonra dökülecekler ağzımdan ta ki tekrar durana kadar.

Bastığı yere bile dikkat etmiyor. Hafif arkasından yürüyorum çünkü her an düşecek gibi yürüyor. Bir ölüm ciddiyeti var ve bunu hiç sevmedim. Kafam tenis topu sanki. Saçma sapan tahminler arasında gidip geliyorum sürekli.

Tepeye varıp, iki cep dolusu ardıç topladık sessizce ve son ardıcı yedikten sonra konuşabildim ancak. "Ali be, havuz problemlerinle aran nasıl?" Ali bu mu lan şimdi sorunun amına koyim der gibi bakınca, cebimden kağıdı çıkarıp açıkladım; "Sevda bana bir soru verdi. Tüm gece uğraştım çözemedim. Soru şu şekilde: Bir havuzu a musluğu 2x^2, b musluğu 3x^5 birim zamanda doldururken, c musluğu x^7 birim zamanda boşaltıyor. a ve b muslukları beraber açıldığında havuz 12 dakika 48 saniyede doluyor. Buna göre a ve b musluğu 6 dakika açık kaldıktan sonra c musluğu açılırsa ve 9. dakikada x şiddetinde yağan bir yağmur başlarsa havuzun %70i kaç günde dolar diyor soru. Eğer yarına kadar çözebilirsem beni öpecekmiş."

"Olum biz daha 3.sınıftayız lan, ne değerliymiş öpücüğü. Görende bir bok sanır sidikli Sevda'yı. Çok şımartıyoruz bu kız milletini dostum. O seni öpmek için ne yapacak? Hiç bir şey değil mi? Neyse somurtma tamam, a ve b'nin bileşke fonksiyonunu 12 dk 48sn'ye eşitleyerek x'i ve havuzun kaç x birimde dolduğunu bulabiliriz. Sonrası da basit zaten, tüm verileri kullanıp bir denklem oluşturup bunu havuzun 7/10'una eşitleyip çıkan sonucuda güne çevirirsen olur biter. Bunu seninde çözmen lazımdı ama kan beynine gitmiyor ki bu günlerde! Ben de bir şey oldu sandım amına koyim girdiğin triplere bak. Kalk gidelim eve, Tsubasa'yı kaçırmayalım bari."

15.06.2012
H.Ali Söyler

31 Mart 2012 Cumartesi

G....

Gel, gökkuşağını görmeye gidelim gene, görmezden gelmekle geçmiyor günler. Gökyüzüne gidelim, griliğin gerisine. Gergef gibi gerinmiş gökyüzüne. Galipler gibi gidelim, gerçekten galipler gibi. Gelmiyorsun! Gelmediğin gibi, gizemli gözlerin gel gitliler, geliyorlar gitmiyorlar, gidiyorlar gelmiyorlar. Gafil, garezli, gizliyorlar gerçekleri. Gelincikle gergedan güne gelmiş gibi girmişler gözbebeğine, gaza gelmiş gelinler gibi göstere göstere göbekler, gerdan gezdirmeler gülünçleştiriyor gözlerini. Gülüyorum. Genzim gıdıklanıyor gülünce, garip gerçekten, genelde gülünce garplılar gibi gururlu görünmem. Gözenekler gibi, gizlidir, gözle görünmez gülüşlerim. Gel gidelim, gerçekten gidelim, gitmemiz gerektiğinden gidelim. Gece gidelim, gizli gizli görünmeden. Gündüz gidelim, göstere göstere gerekirse. Güzelliğe gidelim. Gidip güzellerin gönlüne gizlenelim. Gömelim gazabımızı, gani gani ganimetler getirelim geride gıcık gıcık gülenlere. Gökdelenleri, garları görmezden gelelim, göllere, göletlere, görmediğimiz güzelliklere gidelim. Gemiyle gideriz gerekirse, güvertenin gölgesinde geziniriz geceleri. Gemiye gaydasıyla gelen gençler, geceleri geyik gazeller getirirler geçmişlerinden, güleriz. Gümrüklere geçiririz gizli gizli, greyfurt, galeta, glikoz gibi gıdalar, giyim, gazyağı, gübre, granit gibi gerekli gereksiz, getirip götürürüz günden güne. Gelecek geliri gayrimenkule gömeriz. G…..

Gene gülüyorsun!

Gül geberecise!

Gençsin güya, geçmiş gitmiş güzelliğin! Genlerinin gartlaşmış, gavatlaşmışsın gari, götleşmişsin.

Gidiyorum!

31.03.2012
H.Ali Söyler

10 Mart 2012 Cumartesi

Sarı - Mart'ın Izdırabı

Adım Sarı ama kimse Sarı diye çağırmaz beni, küçük bir kız çocuğu vermişti bu adı da. Kucağında girdiğim evden sokağa atılmam on saniye sürdüğü için onun adını bilmiyorum, sadece gülen gözleri kaldı aklımda. O günden beri sokaklarda yaşıyorum.  Ne bulursam yerim, yemek seçme lüksüm olmadı hiç. Sorarsanız arnavut çiğerini çok severim mesela ama konumuz yemekler değil.  Anlatacaklarım farklı şeyler. Beni çılgın bakire diye çağırırlar. Niye mi? Anlatayım.

Tahmin etmişsinizdir belki, ben bir kediyim. Normal yaşıtlarıma göre çok cılızım, çünkü gözlerimi nemlendirip insanlara sırnaşamam, istesemde beceremiyorum zaten.  O yüzden çok aç kaldım. Bulduklarımla idare ediyorum hala, hayatta kalacak kadar. Konuyu dağıtmayayım. Beni neden çılgın bakire diye çağırdıklarını anlatayım. 3 yaşındayım ben, 3 koca mart demek bu. Ama ben bir kere olsun sevişmedim.  Evet komik geldi biliyorum, gülebilirsiniz, alıştım çünkü gülünmeye. Alanen gösterilip dalga geçilmeye de alıştım. En iyileri bile arkamdan dedikodumu yapıyor.  Farklı doğmuşum çünkü, hemcinslerim gibi dna’larıma işlenmiş rolü oynayamıyorum. Çoğunluğun içindeki kaybolmuş, hor görülen yapayalnız biriyim ben. İlk başlarda çok ağır bir yüktü bu omuzlarımda ama şimdi alıştım. Onlar beni kabullenemese de ben onları bu şekilde kabüllendim. Yaşayıp gidiyorum. Böyle anlatınca benim tarafıma geçenleriniz oldu değil mi? Tahmin etmiştim, eksik olmayın ama dürüstte olun. İçinizden hala nasıl sevişmezsin lan? Ya hormonlar? Ya Mart ayı? Bu olayın bir ihtiyaç olması vs gibi sorular geçiyor değil mi? Geçmesin işte amına koyim, bir gün bunu sorgulamayan birini bulursam ona anlatacağım devamını. Sinirlendim şuan çok pis. Hayvan oğlu hayvanlar, bağırıyorsunuz bari grup yapmayın lan.  Sokayım ızdırabına mart diye. Siz de bir dağılın lan, dalga geçmiyoruz acı çekiyoruz burada.

H.Ali Söyler
10 Mart 2012

9 Ocak 2012 Pazartesi

Melisa’ya Mektuplar

Çok özledim seni  Melisa. Seni özlemeyi de severim bilirsin ama şuan yokluğun beni öyle acımasızca beceriyor ki düşünemiyorum bile. Kızacaksın bunları okuyunca, “dayan biraz piç!” diye bağıracaksın hatta biliyorum ama aramızda bu kadar mesafe varken güçlü olamıyorum ki her zaman.

İşe geç gitmeye başladım gene, sana sarılmadan uyuyamadığımı biliyorsun ve sen öpmeden uyanamadığımı da. O amına koduğumun alarmını duymuyorum ki bir türlü.

Çok fazla sigara içmeye başladım. Dumanla bulanıklaştırıyorum zihnimi, odayı ve anıları çünkü eğer az içersem odaya doluşup rahat bırakmıyor piçler beni.

Ne kitap okuyabiliyorum ne de bir satır yazabiliyorum sen yokken. Kafamda anılar halay çekiyor sürekli ve bilirsin hiç sevmem zurna sesini.

Yemek yemeyi de unutuyorum, dört kilo verdim sen gittikten sonra. Hiç boşuna kızma. Beraber yiyemedikten sonra yemek yapasım gelmiyor. Yaptıklarım da yenecek halde olmuyor.

Aşk bencilliktir dersin ya sürekli, yukarıda yazdıklarımı okuyunca bir kez daha hak verdim sana. Odunum işte.

Dön artık.

09.01.2012
H.Ali Söyler

1 Ocak 2012 Pazar

Talih Kuşları

Benim bu talih kuşu diye adlandırılan canlı ile münasebetim biraz nahoş anılara dayanmakta azizim. Kendisine olan itimadım fazlasıyla zedelenmiş olduğundan mütevellit, benim için artık bir önem teşkil etmemekte kendileri. Müsadenizle başımdan geçen bir musibeti aktarayım sizlere.

Efenim bir gün sokakta raks ederekten ilerlerken, bu talih kuşu olduğunu söylenen muhterem hayvan, tam ben zıplamışken, afedersiniz tam kafamın ortasına büyük hacetini bırakmasın mı! Bir de üzerinize afiyet, nerden bulmuş yemişse bezelye yemiş mendebur hayvan. Öyle bir koku yok azizim, tarifi mümkün değil cihanda. Tam o sırada da zatına naif duygular beslediğim şahsı-muhterem hanım efendi de, önünde dinelip kaldığım haneden çıkıvermesin mi? O an bu ahir zamandan defolup en ırak arş-ı alaya firar eylemek istedim. Lakin dönülmez akşamın ufkundaydım artık. Bana bir baş selamından sonra, simasındaki o hoş sedanın yavaş yavaş kayboluşunu izlerken ben, zamanın pençesinde prangalar eskittim edata. Efenim kendisi ipek mendilini çıkarıp, yüzünü buruşturarak ve sanki o hacet benmişim gibi yüzüme bakarak bana uzatmıştı. Hala saklarım o ipek mendili ve ne zaman aklıma düşse o güzel yüzü sultanımın, çıkarır o iğreti kokuyu içime çekerim :'(

Olaya istinaden, belki de bu bir işaret madem gönlümün sultanını kaybettim belki bahtım açılmıştır diyerekten, talih oyunlarına yatırdım tüm birikimimi. Velhasıl tüm servetimi de kaybettim o hafta.

İşte bu nahoş olaylar silsilesi ertesinde benim inancım kalmamıştır bu mendebur talih kuşlarına. Artık benim için talih hayvanı attır azizim. Evet at. Asil hayvan bir kere.

26 Ekim 2011 Çarşamba

Anlamasınlar...

Saklamak istiyorum Sırdaş. Herkes göremesin istiyorum. Ne bileyim, mesela bir yavru kedinin tüyleri arasına, eski bir gitarın sesine, yorgun bir babanın terine, bir annenin sütüne ya da o son sigaranın dumanına olabilir. Kıyıya vuran dalgalara, toprağın kokusuna ya da güzel bir kızın kıvrılan beline de olabilir…

Saklanmak istiyorum Sırdaş. Herkes bulamasın beni. O kadar uzun süre karanlıkta kalayım ki mesela bir kıvılcım kör edebilsin beni. Hiçbir şeyim olmasın, kimse tanımasın beni istiyorum.

17 Ekim 2011 Pazartesi

Sanırım Çalışmayı Beceremiyorum.

Alarm! Ertele! Alarm, gene ertele. Aynı günün gecesinde uyumak için çırpınan ve bir türlü beceremeyen ben, o beş dakikalık aralarda her seferinde uyumayı nasıl da başarıyorum. O kısacık uykularda görülen absürd rüyalar da cabası. Bu döngü saatlerce sürüyor bazı sabahlar, ben de eğlenceli hale getirmek için her uyandığımda farklı bir küfür ediyorum zamana. Mesela, saniyelerin ayağını bileğine bağlayan kasların liflerini sikiyorum.  O sabahta bol küfürlü bir seansın ardından alarmı kapatıp yatakta bir sigara yaktım.  Yine uykuya dalıyordum ki elimi yakan sigara zıplattı beni saolsun.

İşe gitme olayını eğlenceli hale getirmek için elimden  geleni yapıyorum ama koskoca beş yılın sonunda hala bir milim yol kat edemedim bu konuda. Azimliyim ama deniyorum sürekli. Pozitif olmaya çalışıyorum mesala lakin sonsuz eksiye doğru giden istikrarlı bir grafiğim var. Bu konuya Sırdaş’ım bir çare buldu Allahtan. “Hafız, sanal bir orjinle başlama noktasını aşağa çekersen pozitif bölgede kalırsın” demişti.  İşe yarıyor da, akıllı kerata bu Sırdaş. Bir de Melisa’nın verdiği gazlar var işte. Bana sarılıp “Yapabilirsin” dediği zaman, o gazla bir hafta gidiyorum. Keşke hep yanımda olsalar lan. Bazen geliyorlar benimle her yere ama çok değil, onlarında işi gücü var haliyle.

Neyse olaya dönelim, o gün bir toplantım vardı.  Toplantıları da hiç sevmem ben. Bir sürü insan, çok basit bir konu için toplanıp, aynı şeyleri farklı tonlarda geveleyip, tamam o zaman yarın bir toplantı daha yapalım demeleri delirtiyor beni. Tahminimce büyük firmalarda bu kadar insan çalışmasının sebebi bu. Gereksiz toplantılara katılacak onlarca insana ihtiyaçları var. Bir de o ciddiyetlerine hastayım, mübarekler atom çarpıştırıyor sanki.
 
Toplantı evime yakın bir yerde diye sallana sallana gittiğimden mütevellit 5 dakika geç kaldım o gün. İçeri en son ben girdiğim için de içerdeki 13 kişi şöyle bir süzdüler beni. Takım elbiseli abiler ve cicili bicili giyinmiş ablalarla dolu bir odaya, saçı başı dağınık, kirli sakallı, yırtık montlu biri olarak girdiğinizi düşünün. Ki toplantının konusu da benim yapacağım proje. Bir kaçı hariç beni tanımadıkları için diğerleriyle aramda bir gelirim hissettim haliyle, rahatsız edici bir gelirim.  İçimden bir ses bahane uydur diyince, ben de “Off çok pis ishal olmuşum, zor çıktım la tuvaletten” diyesim geldi  ama onun yerine “Düzensiz gelir dağılımın, çarpık kentleşmeyi hızlandırması ve yerel yönetimlerin, bunu destekler nitelikte o bölgelere çok daha kötü yol ve alt yapı sunmaları, feci bir trafik oluşturuyor iş saatlerinde. Ki kurallara uymayıp, bunun üzerine tuz biber eken bilinçsiz sürücülere hiç girmeyeceğim” diyip, sıvıştım bir sandalyeye. Yanına oturduğum ve o an bana şirin gelen adama “Hafız bir sayfa versene oradan, yanıma kalem kağıt almayı unutmuşum da” dedim.  Şaşırdı amcam, ben de neye şaşırdı lan bu diye şaşırdım haliyle. Bakıştık bir müddet.  Sonra yan tarafta tanıdığım bir hatun bana bir sayfa ve kalem uzatıp “Evet, Ali Bey’de geldiğine göre toplantıya başlayabiliriz. Bugünkü toplanma nedenimiz ….. ”.  Toplantının nedeninden bizim tarafta ki çözümü ürettiğim için, 2.dakikadan sonra dikkatim dağıldı, ha çözümü bulmamış olsam da en fazla 3.dakikada dağılıyor ya neyse. Bana verilen sayfayla oynamaya başladım bende. Şirketin adını, toplantı nedenini ve tarihi atıp altını çizdim. Sonra dayanamayıp başına ve sonuna birer yıldız çizittirdim. Bir de 62’den tavşan mı yapsam diye düşünürken, bana seslenildiğini duydum. “Yaparız ya” dedim istemsizce. Sonra toparlamak babında “IK’nız o datayı bize çıkarsa, gerekli değişiklikleri yapmak uzun sürmez” dedim ama tam bir sessizlik oldu. “Konu neydi” diye iyice sıvasam mı diye düşünürken.  Bir tane ablam dayanamayıp,  “Bu konu bizim için çok mühim, deadline’nımız kısıtlı, hemen başlayıp feedback’lerle  action almamız gerekiyor” diyince, “Türkçe konuşsan bir de negzel olacak be yaprağım ” dedim ama içimden. Beden diliyle oluru verip, s harfiyle başlayan kelimelerden ne kadar uzun bir cümle kurabilirim diye düşünmeye başladım. Saçma sapan cümleler kurdum toplantı boyunca. Sonra bunları birleştirip anlamsız bir yazı çıkarttım ortaya. Bu arada ben ne anlatıyodum lan. Konu neydi heeee, demem o ki sevmiyorum lan bu toplantı olaylarını.  Ahanda bu da toplantı da yazdığım yazı;


17.10.2011
H.Ali Söyler

5 Ağustos 2011 Cuma

Nasıl tanıştınız diye sordu geçen biri...

Pazar sabahları erken kalkma ya da Cumartesi geceleri hiç uyumama gibi bir alışkanlığım vardır benim. Daha kargalar bokumuzu yesek mi yemesek mi diye düşünmeye başlamamışlardı ki kalkıp, boğaza ineyim dedim o pazar. Beşiktaş’a giden bir otobüse binip cam kenarına oturdum. Ayakta uyuyorum ama, gözlerimi zor açık tutuyorum. Planım boğaza inip biraz yürümek sonra bir banka oturup kitap okumaktı. Otobüs bomboştu, ışıklarda durduk. Bir an başımı dışarı çevirip camdan dışarı baktım. Yan otobüsdeki biri de benim yaptığım şeyi aynı anda yapmış olacak ki göz göze geldik. O an kafamın içinde dünyanın en büyük havai fişeği patladı sanki, yüksek sesten dengem bozuldu bir an, herşey yavaşladı. Kulaklarım kendine geldiğinde, litrelerce kafeini damardan almış gibi bir canlanma, gözlerimde dışa doğru bir pörtleme oldu. Gördüğüm şeyden gözümü ayırmadan bacaklarımı çimdikledim. Yok, bu geceleri gördüğüm absürd rüyalardan biri değildi kesinlikle. Nasıl olduysa bana bir cesaret geldi, bir gaza geldim ki sormayın. Kafamı önüme çevirip derin bir nefes aldım, “şimdi sakin ol ve ilk durakta otobüsten in, onun otobüsüne geç” dedim kendi kendime “– kafamın içinde bir ses, eee sonra ne olacak” gibilerinden bir şeyler geveledi. Kimseyi dinleyecek, olasılıkları düşünecek durumda değildim. Onun otobüsü bizi sollayıp önümüze geçti. Durağa bizden önce girdiler. O an ayağa fırlayıp inmek için düğmeye bastım. Otobüs yavaşlarken kalp atışlarım hızlandı. Kapı açıldı, inmedim, uçtum aşağıya resmen, hemen öndeki otobüse doğru koşturmaya başlamıştım ki ne göreyim? O da kendi otobüsünden inip benimkine doğru hareketlenmişti. Olduğum yere çakıldım kaldım. Heyacandan beynim eriyip aşağılara doğru süzüldü saç diplerimden. Durakta kimse yoktu. Ne kadar baktık öylece birbirimize hatırlamıyorum. Hava kararmış, gece olmuş gibi bir hisse kapıldım. Arka fonda o anda bestelediğim “Ölümsüzlük Senfonisi” çalmaya başladı. Aynı anda gülümsedik, aynı anda hareket ettik ve sanki hiç ayrılmayacakmışız gibi sarıldık birbirimize. Hiçbir şey sormadan, tek kelime konuşmadan. Böyle tanıştık Melisa’yla…


H.Ali Söyler
05.08.2011

15 Haziran 2011 Çarşamba

Kaç insan susarak karşısındakine masallar anlatabilir ki?

“Sen kaybetmeyi kabullenemiyorsun evlat. Oysa kazanmaktır bazen vazgeçmek. Hem üzülme lan! Büyünce unutursun” demiş ve gülmüştü dedem. İlk aşık olduğum kızı ve sonrasında yaşadığım hüsranı anlattığımda, ölmeden üç gün önceydi. O aniden gidince o kadar sinirlenmiştim ki kızı mızı unutmuştum. Azrail denen o adi melek düşmanım oluvermişti. Saatlerce küfür ederdim geceleri, uyuyamazdım, “Erkeksen çıksana lan karşıma, ödlek tavuk, koşamayan yaşlı adamları öldürmek kolay tabi, adamsan gel beni de öldür lan” diye diye sızardım. Yastığımın altında sımsıkı tuttuğum, annemin günlerdir aradığı ekmek bıçağı onu beklerdim, gözümü kırpmazdım. Çıkamadı karşıma tabi, korkak lavuk, gerçi iyiki de çıkmadı yoksa onu öldürüp katil olabilirdim. Üstünden koca bir yıl geçti şimdi, kendim hariç iki sırdaşımdan birini kaybettim dedem gidince. Sonradan düşününce, sırf bana yardımcı olmak için kendini feda ettiğini anladım. Anlamıştı, 6 yaşında bir çocuğun ilk aşk acısını kabullenebilecek kadar güçlü olmadığını. Ne yüce insandı dedem. Ve biliyordu muhtemelen beni ilk kucağına aldığında, o gittikten sonra bazı şeyleri kimselere anlatamayacağımı. O yüzden kulağıma Sırdaş diye fısıldamıştı adımı. Zorda kalınca kendi kendimin sırdaşı olabileyim diye.

Bizimkiler taşın üzerinden geçen topun gol olmadığını küfürlerle tartışırlarken bunları düşünüyordum. İçimden gelmemişti bugün oynamak. Ve ben yokken hep yenilirlerdi. Fark yemişlerdi gene ondan çirkeflik yapıyorlardı, tartışmayı bitirip biraz daha kafa dinlemek için “Tamam lan, bal gibi gol işte” diye bağırdım sahadakilere. Karşı takımdaki cingöz benden gelen ortaya voleyi çakıp “Al işte senin adamın gol diyor, 10-2 olum ağlamayın boşa” diyip kendi sahasına döndü arkadaşlarıyla. Bu tepkimi anlayabilecek tek insan vardı sahada. Hayatta olan tek sırdaşım. O da maçı bırakıp yanıma geldi hemen, anlamıştı bir şeylerin ters gittiğini. “İyi misin lan sen?”. Cevap vermesemde anlayabiliyordu beni tüm gerçek sırdaşlar gibi. “Dedeni mi özledin? Gidelim mi mezarlığa?”. Bu kez cevap verdim. “Yok abi boşver, iyi böyle”. “Hadi gidip o piçin canımı indirelim yine”, “Lan Ali kanıma giriyorsun zorla. Ama adamın babası hakimmiş olum, bir gün yakalayacaklar bizi sonra götümüzden kan alacaklar. Hem canımı indirince ne oluyor ki, ne dedem geri geliyor, ne de hatun beni seviyor”. “Bırak o zaman döveyim o bebeyi Sırdaş, bende gıcık oluyorum ite. Zenginim diye bir afra tafra. Geçen beden dersinde ‘senin niye spor ayakkabın yok’ dedi bana, kızların önünde hemde. Anlayışsız piç kurusu”. “Siktir et abi. Biz kaybetmeyi kabullenemiyoruz Ali, oysa kazanmaktır bazen vazgeçmek derdi dedem. Büyüyünce alışırız herhalde”. “Alışırız di mi?”. “Alışırız dostum”. “Geçmiyor ki zaman be Sırdaş, büyüsek keşke hemen. Hadi kalk bize gidelim, Tsubasa var onu izleriz, babamdan çarptığım ve kötü günler için sakladığım iki dal sigara da var hem” diyip güldü.O ne zaman gülse bir hüzün kovan kuşu geçerdi tepemizden. İşte bu yüzden daha bir severdim Ali’yi. Tanıyordu çünkü beni. Anlabiliyordu kimse anlamak için çaba sarfetmezken. Tanımak ve anlamak! Kaç insan susarak karşısındakine masallar anlatabilir ki şu dünyada? İçimden “Ulan Azrail eğer Ali’ye de bir şey yaparsan seni bu kez Allah bile kurtaramaz elimden” diyerek, yürüdüm ardından…

H.Ali Söyler
15.06.2011
Şişli/İstanbul 

26 Nisan 2011 Salı

Yalnızlık Ömür Boyu

Evden çıkmıyorum bugünlerde, sigara ya da bira almak için çıkıyorum bakkala bazen, tabi gönderecek bir zavallı bulamazsam. Kimseyle konuşmak gelmiyor içimden. Gecenin geç saatlerini tercih ediyorum çıkacaksam da, bir tanıdık görüp iki kelam etmekten korkuyorum çünkü.

Saat 02:00 gibi çıktım yine, kapının yanına tünemiş Sırdaş’ı görünce sinirlensem de belli etmedim. Belli ki beni bekliyordu, görünce ayağa kalktı zira. “Seni bekliyordum abi” dedi.  Görmemişlikten gelip o saatte açık benzinliğe doğru yollanırken ben, cebinden çıkardığı iki paket kırmızı Winston’u uzatıp “Abi azıcık konuşabilir miyiz?” dedi.  Merdivenlere oturup yaktım sigaralardan birini. “Abi ben âşık oldum galiba” dedi. “Galiba diyorsan âşık değilsin geri zekâlı, saçmalama” dedim.  “Ne olduğunu anlayamadığımdan galiba diyorum abi”. “Anlayacak bir bok da yok zaten, din gibi bu meret, nasıl seni hayal kırıklığına uğratmayacak bir tanrıya ihtiyaç duyuyorsan, onun gibi bir şey bu da. Yalnız kalmayı beceremeyecek kadar korkak insanların uydurduğu bir şey. Bir nevi tanrı yani. Bütün dinler gibi dogmatiktir aşkta, biraz düşünürsen saçma olduğunu anlarsın sende”. “Ama abi, senin Melisa’n var? Aşk değil mi yani o?” “Sokturtma lan Melisa’na! Bilmiyon mu sanki hayal olduğunu. Yok öyle bir dünya sinirlendirme beni”. “Ama güzel bir duygu değil mi bu şimdi, uyuyamıyorum geceleri abi. Onu düşünmek bile mutlu ediyor beni. Hiç olmadığım biri oluyorum onu hayal ederken”. “Bak Sırdaş severim seni ama ancak hayal edebiliriz biz, böyleyiz. Kimseden bir şey bekleme, insan dediğin varlık, başkasının hayallerine değer vermez asla. Hiçbir hatunun sikinde olmaz senin saçma hayallerin. Zaten bu boktan duygu karşılıklı olmalı, ama olmaz hiçbir zaman, olmayacakta. En azından bizim için olmayacak. Senin bu yanılsamalarını bende yaşadım, eğer gerçek bir duygu olsaydı bu, gecenin ikisinde benim gibi bir salakla konuşuyor olmazdın. Onun yanında ve sevişiyor olurdun şuan.” “Ama abi her şey sevişmek değil ki?”  “Ohoooooooo Sırdaş, senin için en başından başlamak lazım, evren bir toz bulutuydu…” “Abi dalga geçme ya”. “Ne demek her şey sevişmek değil lan, bırak insanoğlunu tabiata bak mesela. Sen hiç dişi bir aslanın romantik, duygusal diye başka bir aslana verdiğini gördün mü?  Kim onun için savaşıyorsa, kim güçlüyse onu seçer. Düzen bu. Sen ben gibi hayalperestlere yer yok dünyada. Onlarca yenilgiden sonra sende anlayacaksın bunu. Bizim aşkımız, gerçek dostumuz ve tanrımız yalnızlığımızdır dostum, gerisi teferruat”. “Abi hiçbir şey yaşamamış gibi konuşuyorsun, bu kadar basit değil ve bizde hayvanlar gibi sadece hormonlarımızla hareket eden canlılar değiliz ki”. “Pek bir bok yaşamadım belki evet ama hangi hatuna iyi davrandıysam umursamadı beni, hangisiyle dalga geçip umursamadan seviştiysem onlar arar hala beni. Buna ne diyeceksin? Kendini kandırma Sırdaş, hayvanlardan farkımız yok bizimde”.  “Canımı sıktın abi”. “Boş boş konuşuyorum oğlum işte takma, dinlemeyeceksin ki zaten beni, gidip rezil edeceksin kendini. Ona değer verip, adam yerine koyacaksın, o da senin ağzına sıcaçak, seni arzulamayacak çünkü. Tamam belki hayvan değiliz ama kimse arzulamadığı biriyle uzun süre vakit harcamaz. Duygusal birini de kimse arzulamaz Sırdaş, evet katılıyorum belki onunla en iyi sen sevişeceksin ama ben daha hiçbir kızın senin gibi bakan biriyle uzun süre takıldığını görmedim. Gözlerinle değil sikinle bakmalısın ona, beyninle değil taşaklarınla düşünmelisin. Maalesef bundan anlıyorlar o yüzden bir gün gerçekten arzuladığı biri çıkarsa karşısına kıçına tekmeyi basacaktır.  ‘Seni seviyorum’ dan, ‘Seni arzuluyorum’ daha samimidir çünkü. Bunu söyle ona söyleyeceksen. Daha uzun sürer emin ol ”. “Ben öyle düşünmüyorum abi, ya o da benim gibiyse?”.  “Gerçek aşk nasıldır bilmiyorum ama tahmin ediyorum Sırdaş, ilk gördükleri anda anlamalı iki tarafta bunu.  Ve arzulamalılar birbirlerini aynı ölçüde. Bu o kadar hassas ki, bir terazinin iki kefesi gibi, bir tarafın duyguları azıcık fazla ya da eksikse eğer, önce yavaş yavaş sonra kazanılan ivmeyle hızlı bir şekilde bozuluyor o denge. Sana bu saçmalıkları söylememin nedeni senin terazin zaten dengesiz dostum. O sıçtığımın terazisini dengede tutacak insan sayısı 5 ya da 6’dır şu dünyada. Yarım milyonda bir yani. Umarım bulursun bir gün, ben vazgeçtim mesela. Hayallerim var karşı kefede, o yüzden  dengeyi sağlıyorum her zaman“. “Böyle söyleyince mantıklı geldi abi”. “Sokayım mantığına. Kalk hadi şuradan iki bira al gel de içelim.”   
   
26.04.2011
Bahçelievler 
H.Ali Söyler

1 Mart 2011 Salı

Sokayım Mahkemenize…

Kimse sanık olmak istemez değil mi? Savcı olmak çekicidir mesela, zevklidir çünkü ön yargılarla insanları suçlayıp yaftalamak. Ya da hâkim olup hüküm vermek. En kötü avukat olup savunursun çıkarların için yanlışı ya da doğruyu. Kimse sanık olmayı istemez. Ama ben hep sanık olmayı sevdim, o yüzden işte bu susuşum. Mazlumları severim, haksız yere yargılanırken daha bir severim hatta. Suçluyken bile sevdim o sanığı ben, bir nedeni vardır o suçu işlemesinin dedim hep, hergeleye, kanun tanımaza da anlayış gösterdim içimden.  Belki psikolojik bir sorundur bu ama hayatım boyunca böyle davrandım. Hiç pişman da değilim böyle davranmaktan, hatta bazen haksız yere yargılansam da susma hakkımı kullansam diyorum içimden. İyi niyetliyim çünkü, o atıp tutanlar, acımasızca yaftalayanlar belki düşünür de “ulan çocuk suçsuz be” derler diye belki bir gün, umut besliyorum hep.

Onca yıldır izliyorum insanları, cidden çok acımasızlar. Çok az insan benim gibi mazlumları seviyor. Kimi savcı, bazıları hâkim, çoğu da avukat rolünde ve çıkarları için yanlışları savunuyorlar. Ve büyük bir zevkle o mazlum sanığı eziyorlar. Onları gördükçe, mazlumları daha çok seviyorum.

***

Bugün metrobüste bir babayla kız vardı, gariban bir işçiydi muhtemelen baba, kız da ilkokul çağlarında.  Kız sınıftaki diğer kızların beden dersinde nasıl giyindiğini anlatıyordu şirin şirin, babası camdan dışarıyı izliyordu, gözleri dolu doluydu, muhtemelen kızının birazdan soracağı soruyu unutmuş olması için dua ediyordu içinden, ama o dünya tatlısı kız sordu o soruyu “Baba beden eğitimi için spor ayakkabı alacaktık hani?”. Adam cevap vermedi kızına. O susuşun ne kadar zor olduğunu tarif etmek isterdim size ama yapamayacağımı biliyorum.

H.Ali Söyler
28.02.2011

22 Şubat 2011 Salı

...

- Hep iyi bir yalancı olmak istemişimdir biliyor musun? Ama hiç beceremiyorum be Sırdaş. Keşke beğenmediğim insanlara “ne kadar güzelsin” diyebilsem bende, ne kadar boktan ve boş olsalar da yüzlerine gülebilsem, arkadaş olabilsem onlarla, gözlerine bakarak seviyorum lan sizi diyebilsem. Yapamıyorum Sırdaş. Kendimi de satamıyorum onlar gibi, ben şöyleyim ben böyleyim diyemiyorum, çünkü biliyorum ne kadar gerizekalı olduğumu ve susuyorum. Kimse de gelip sen de kimsin demiyor…

***

-İçimi böyle yakan şey ne Sırdaş?
-Hayallerin seni zehirliyorlar dostum.
-Yardımcı olmaları gerekmiyor muydu?
-Sanırım son kullanma tarihleri geçmiş.

***

- Ben sustukça üstüme geliyorlar Sırdaş. İlgi çekmek için susuyorum sanıyorlar, anlamıyorlar beni. Oysa kurulan bir oyuncak gibiyim şimdi, bıraksınlar iyice gerileyim, dibe vurayım... Zamanı gelince onlar için dans edip, şarkı söyleyeceğim zaten... 

*** 

- Bazen çocukken yaptığım gibi dolaba saklanıp ağlamak istiyorum Sırdaş. İçli içli ses çıkarmadan...

12 Şubat 2011 Cumartesi

Kısa Kısa

Son üç saattir çektiğim fotoğraflara bakıyorum rastgele. Dostlarla, eski sevgililerle geçirilen güzel anlar. Hüzünlendim gece gece, oysa hiç üzgün bir anın fotoğrafını çekmemişim, gülüyoruz hep. Bakarken her fotoğrafa bir hikâye yazmak geldi içimden. Uydurdum da bazılarına, neşeli şeyler olsun istedim. Bazı fotoğraflar o kadar güzeldi ki gülümsedim sadece, benim kötü hikâyelerime kurban gitmeyecek kadar güzellerdi çünkü. Hatta keşke iyi bir yönetmen olsa da benim bu içten gülümsememden bir kısa film çekse ve ben gittikten sonra o filmi izleyen dostlarımın beni öyle hatırlamasını istedim. Son zamanlarda onlara gösteremediğim halimle. Gülümserken…

***

Geçenlerde çok sevdiğim bir dostuma “artık eskisi kadar neşeli değilim değil mi?” diye sormuştum. O da “Hepimiz öyleyiz ki, büyüdük be abi, ama merak etme ben seni tanıyorum” demişti. Çok duygulanmıştım o söze. Bir insana söylenecek en güzel şeylerden biri bence “Seni tanıyorum” demek. Kaç insan birbirini gerçekten tanıyıp anlayabiliyor ki?

***

O kadar tembelim ki bırakın bir şeyleri başarmak için çaba sarf etmeyi, düşlerimin sırtına biner oldum. Evet, resmen hayallerim taşıyorlar beni. Umarım onlar da benim gibi dayanıksız değillerdir yıkılıp düşmez, beni yarı yolda bırakmazlar…

***

Her boku bildiğini sanan ve her şeye yorum yapan ve sürekli kendisiyle övünen insanlara inat, herkesin duyacağı şekilde bağırmak istiyorum “Ben bir geri zekâlıyım” diye ama susuyorum işte…

***

Küçükken büyükleri anlayamadığım için kafalarının içinden geçenleri gösteren bir alet icat ettiğimi hayal ederdim. Keşke öyle bir şey olsa da herkesin gerçekten ne düşündüğünü kafalarının üzerinden okuyabilsem istiyorum hala. .mına koyim öyle oyuncular var ki aranız da küçücük çıkarlar için oscarlık performanslar sergiliyorsunuz. Korkuyorum sizden…

***

Küçükken çok dindardım, sürekli dua ederdim. Kendim için ailem ve sevdiklerim için güzel şeyler isterdim tanrıdan. Sonra dualarımın gerçek olmadığını görünce ve işler normalden de daha fazla boka sarınca kızdım tanrıya. Hatta hayatla ilgili bu planlarımı öğrendiği ve beni kıskandığı için benim küçük mutluluk isteklerimi bozduğunu düşünürdüm. Bir çocuk ne kadar kızabilirse o kadar kızgındım tanrıya, hatta hayallerimi ona söylediğim için bozuyor diye ondan gizli hayal kurmaya çalışırdım çocuk aklımla.

***

Bir gün birini gerçekten çok seveceğimi hissediyorum.

12.02.2011
H.Ali Söyler

6 Şubat 2011 Pazar

Konuşamıyorum

Küçükken aynaların içinde birilerinin yaşadığına inanırdım, neşeleri yerindeyse güzel,  moralleri bozuksa beni çirkin gösterdiklerini sanırdım. Bu yüzden hep komik şeyler söylerdim aynalara, sırf beni güzel göstersinler diye. Sonra sinirlendim bir gün ve çok uzun zaman yalnız bıraktım onları. Hala da aram yoktur aynalarla. Aramadığım arkadaşlarım gibi ne zaman tesadüfî karşılaşsak geriliyorum, söyleyecek bir şey bulamıyorum. Onlarda çok hüzünlü bakıyorlar bana ve çok çirkin gösteriyorlar beni. Komik şeyler söylemeyi bıraktığım için kızgınlar galiba bana. Bir gün anlarsam niye sustuğumu anlatacağım onlara ya inanın bilmiyorum ben de neden sus pus olduğumu.

Bu satırları da yazmazdım ya, bu sabah onlardan biri konuştu benimle.  Yüzümü yıkamak için girmiştim banyoya.  Yine bakmadan çıkıyordum ki, arkamdan ürkekçe “Nasılsın Ali?” dedi. O kadar şaşırdım ki ne diyeceğimi bilemedim. Normalde onlar benimle konuşmazdı hiç. Sadece ben konuşurdum, onlara komik şeyler söyledikçe güzelleşiyordum diye susmazdım hiç hatta. Zaten hangi çocuk gülünce güzelleşmez ki, değil mi? Ama beni şaşırtan onların ilk defa konuşması olmadı, soruydu beni şaşırtan. “Nasılsın Ali?” sorusu. Yavaşça dönüp baktım, neşesi yerindeydi muhtemelen ki güzel görünüyordum. Ama konuşamadım gene. Soruyu düşündüm, cevap bulamadım. Aklıma bir anım geldi. Küçükken bir hemşire bana aşı yapıyordu, ne aşısı o diye sormuştum? “Gevezelik aşısı” demişti. Galiba susmam için vücuduma enjekte edilen o zayıflatılmış mikrop, zayıf bedenimi ele geçirdi benim. Bunları düşünüyordum ve konuşamıyordum. Dönüp çıkmaya davrandım. Tam banyodan çıkarken dayanamayıp tekrar baktım ona, bu kez çok çirkindim. Hevesi kırılmıştı, hayal kırıklığına uğrattığım onca insan geldi aklıma. Utanmasam gözlerime dolan o katrelerin yanaklarımdan aşağıya süzülmelerine izin bile verecektim. Duruma uygun çocukken yaptığım bir espri gelince aklıma, “Seni görünce gözlerim dolar, kulaklarım mark” diyip kaçtım oradan.

Haci Ali Söyler
06.02.2011
Bahçelievler